Ana sayfaya dön
Blog Yazılarımız
Sağlıklı Yaşam
Akciğer Sağlığını Korumak için Öneriler
Akciğer ve Hastalıkları ile İlgili Genel Bilgilendirmeler:Akciğerler, göğüs boşluğunda bulunan ve göğüs kafesi içerisinde yer alan nefes alıp vermemizi sağlayan organlarımızdır. Etrafında koruyucu bir zar olan plevra zarı ile sarılıdır. Biri sağ biri solda olmak üzere 2 adettir. Sağ akciğer 3 lobdan, sol akciğer 2 lobdan oluşur. Sol akciğerin kalbe komşuluğu nedeniyle de sağ akciğer, sol akciğere oranla daha büyüktür.Akciğer sağlığı bozulduğu zaman nefes alıp verme işlevi bozulacağından dokuların ihtiyacı olan oksijen ihtiyacı tam olarak karşılanamayacaktır ve bu da klinikte bazı şikayetlere neden olacaktır.Geçmeyen uzun süreli öksürük, balgam şikayeti, göğüs ağrısı, nefes darlığı, hırıltılı solunum, öksürükte veya balgamda kan olması, ses kısıklığı, ateş, halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık gibi şikayetler akciğer hastalıklarında görülebilir.Klinikte akciğer hastalıkları arasında en sık bronşit, pnömoni gibi enfeksiyon hastalıkları ile karşılaşırız. Hava yolları darlığı ile ilerleyen ve akciğerin tam kapasite çalışmasını engelleyen koah, astım gibi hastalıkları da sık görürüz.Dünyada ve Türkiye’de Akciğer Hastalıklarına ve Kanserlerine Bakış:Akciğer hastalıkları özellikle akciğer kanserleri dünya genelinde önemli bir sağlık sorunudur.Kanser, dünyada sebebi bilinen ölümler arasında kalp ve damar hastalıkların sonra ikinci sırada yer almaktadır. Akciğer kanserleri ise dünya genelinde erkeklerde en sık görülen kanser türü iken kadınlarda üçüncü sırada yer almaktadır ve bu sebepten ötürü önemli bir sağlık sorunudur.Türkiye Kanser İstatistikleri Raporuna göre, Türkiye’de erkeklerde en sık görülen kanser akciğer kanserleri iken kadınlarda beşinci sırada yer almaktadır. Hastalık 40 yaş üstü bireylerde daha sık görülmekle birlikte tanı aldığında genellikle ileri evrede tespit edilir.Akciğer kanseri, görülme sıklığının fazla olması, teşhis ve tedavisinin yüksek tıbbi teknolojiler gerektirmesi ve ek sağlık hizmetlerine duyulan ihtiyaç sebebi ile dünyada önemli bir sağlık yükü oluşturmaktadır.Tüm bu sebeplerden ötürü akciğer kanserinde önleyici tedbirler ve tanının erken evrede yapılabilmesi oldukça kritiktir.Akciğer kanseri dışında astım, koah gibi hava yollarında darlıkla seyreden kronik hastalıklar da toplumda sık görülen, ciddi sağlık sorununa yol açan ve düzenli takip ve tedavi gerektiren hastalıklardır. Ülkemizde 40 yaş üstü yetişkinlerde KOAH görülme sıklığı %15-20 şeklindedir.Dünyada kasım ayı akciğer kanseri farkındalık ayı olarak kabul edilmektedir. 17 Kasım ise ‘’Akciğer Kanseri Farkındalık Günü’’ olarak kabul edilir.Çocuklarda Akciğer Hastalıklarından Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?-Gebelik döneminde 34. Hafta akciğer gelişimi açısından kritik bir haftadır ve bu haftadan önce oluşan erken doğum öyküsü olan bebeklerde akciğer gelişimi yakından takip edilmelidir ve çoğunlukla hastanede yatış yapılarak takip edilir.-Bebeklerin ilk 6 ay anne sütü alımı bağışıklığı güçlendirir ve tüm hastalıklarda olduğu gibi akciğer hastalıklarından korunmak açısından önemlidir.- Ailede alerji öyküsü olan ve çocukluk çağında alerjiye yatkın olan bebeklerde ve çocuklarda alerjik astım açısından sıkı takip edilmelidir. Ev ortamı ve çevresel faktörler alerjenler açısından arındırılmalıdır.- Özellikle atopik dermatitli çocuklar, alerjik astım gelişimi açısından düzenli takip edilmelidir.- Dengeli ve sağlıklı beslenmek, ambalajlı ürün kullanımını azaltmak ve düzenli uyku döngüsü oluşturmak çocukların bağışıklık sitemini güçlü tutacağından akciğer hastalıklarına karşı da bir koruma sağlar.Akciğer Sağlığını Korumak için Öneriler: - Hem Koah gelişimde hem de akciğer kanserlerinde en önemli risk faktörü sigara dumanıdır. Sigara ve diğer tütün ürünlerini kullanmayın. Pasif içicilik durumunda da akciğer sağlığı olumsuz etkilendiği için sigara dumanına maruziyeti mutlaka azaltın.- Düzenli spor ve egzersiz yapın ve akciğer kapasitesini arttırın. Özellikle aerobik egzersizler; yürüyüş, koşu, bisiklet sürme gibi aktiviteler akciğer ve kalbin daha verimli çalışmasına önemli katkı sağlar.- Bağışıklık sistemini güçlü tutun. Sağlıklı ve dengeli beslenmek, düzenli bir uyku döngüsü oluşturmak önemli.- Özellikle gelişmiş ve modern toplumlarda hava kirliliği giderek artan bir sorun haline dönüştü. Havakirliliğine maruziyet akciğer hastalıkları açsından ciddi bir risk faktörüdür. Eğer hava kirliliğine maruziyeti engelleyemiyorsak maske gibi koruyucu ekipman kullanmalıyız.-Sadece dış ortamdaki hava kirliliği değil ev içerisinde de sık sık evler havalandırılmalı ve ev içi hava kalitesini iyileştirecek önlemler alınmalıdır.- Ev içerisindeki genel temizlik kurallarına dikkat edin. Ev tozu, evdeki tahtakurusu, hamamböceği gibi haşaratlar alerji mekanizmalarını tetikleyebilir ve alerjik astıma zemin hazırlayabilir.- Evde klima, nemlendirici gibi aletler kullanıyorsanız yıllık bakımlarını mutlaka yaptırın.- Kapalı ve yoğun alanlarda, toplu taşımalarda maske kullanın ve akciğer enfeksiyonlarına yakalanma ihtimalinizi azaltın.- Eğer mesleki olarak akciğer hastalıkları açısından riskli bir iş yerinde çalışıyorsanız (asbest, silika, kömür tozu, asitli deterjanlar ve kimyasal maruziyeti gerektiren işler gibi) mutlaka koruyucu ekipmanlar kullanın, belli aralıklarla periyodik muayene kontrollerinizi yaptırın.- Gün içerisinde nefes egzersizleri yapın. Akciğer kapasitesini arttırmaya yarayacak ve günlük aktiviteler sırasında daha verimli nefes alıp vermenizi sağlayacaktır.- Stresör faktörleri azaltın. Stres tüm hastalıklarda olduğu gibi akciğer hastalıkları açısından da her zaman risk faktörüdür.- Öksürük, nefes darlığı gibi akciğer hastalığı düşündüren şikayetleriniz varlığında mutlaka bir doktorla görüşün, belli aralıklarla rutin kontrollerinizi yaptırın.Akciğer Sağlığına Faydalı Olan Besinler Nelerdir?-       Yoğun potasyum içeriği nedeniyle muz tüketimi,-        C ,e ve a vitamini ve flavonoidler açısından zengin olan elma tüketimi,-       Yüksek oranda antioksidan içeriği olan betalainden zengin pancar tüketimi,-       Karotenoidler ve nitrat açısından zengin olan balkabağı tüketimi,-       Antioksidan etkinliği bilinen sarımsak ve zerdeçal tüketimi,-       Yeşil çay tüketimi akciğer sağlığı üzerinden olumlu etkileri olduğu bilinen besinlerdir.Dr. Hasan Ali Baş
Devamını Oku
Cinsel Sağlık
Kadınlarda Sık Görülen Jinekolojik Hastalıklar
Jinekolojik hastalık ne demektir?Jinekolojik hastalık, kadın üreme sisteminin yani rahim, yumurtalıklar, fallop tüpleri ve vajinanın, cinsel sağlığı ve hormonal denge ile ilgili sağlık sorunlarını kapsar.Jinekolojik hastalık nedenleri nelerdir?1-Enfeksiyonlar2-Yaş ve Hormonal değişimler3-Hormonal dengesizlikler4-Genetik faktörler5-Cinsel aktivite ile ilgili faktörler6-Yaşam tarzı ve çevresel faktörler7-Anatomik ve gelişimsel bozukluklar8-Psikolojik faktörlerKadınlarda Sık Görülen Jinekolojik Hastalıklar nelerdir?1. Vajinit (vajinal enfeksiyonlar)2. Rahim hastalıkları; Polipler, Miyomlar (uterin fibroidler),Adenomyozis,Endometriozis,Rahim ağzı (serviks) hastalıkları,Rahim kanseri (endometriyal kanser),Rahim sarkması (uterin prolapsus),Asherman sendromu3. Pelvik inflamatuar hastalık (PID)4. Polikistik Over Sendromu (PKOS)5. Yumurtalık kistleri6. Adet düzensizlikleri7. Cinsel ilişkide ağrı1-Vajinit (vajinal enfeksiyonlar) nedir? Vajinit sebepleri nelerdir?Vajinal flora dengesizliği veya enfeksiyonlar nedeniyle genellikle kaşıntı, akıntı, yanma ve rahatsızlık gibi belirtilere yol açan vajinanın iltihabıdır.Vajinit sebepleri;Bakteriyel Vajinoz Vajinadaki normal bakteri dengesini bozan faktörlerle örneğin, sık antibiyotik kullanımı, çok sayıda cinsel partner, duş uygulamaları) nedeniyle oluşur. Gri-beyaz renkte, kötü kokulu (balık kokusuna benzer) akıntı, vajinal kaşıntı ve yanma görülebilir. Tedavisinde genellikle antibiyotikler (metronidazol veya klindamisin) kullanılır.Mantar Enfeksiyonu (Kandidiyazis)Bağışıklık sisteminin zayıflaması, antibiyotik kullanımı, gebelik, diyabet ve sıkı veya nemli giysiler kullanılması sebebiyle Candida albicans gibi mantarların aşırı çoğalması sonucu yoğun kaşıntı, beyaz ve kesilmiş süt kıvamında akıntı, yanma ve cinsel ilişki sırasında ağrının görüldüğü bir vajinit türüdür. Tedavisinde antifungal ilaçlar (krem, vajinal fitil veya oral tablet) kullanılır.Vajinal fitiller ve kremler : Klotrimazol, Mikonazol, EkonazolOral Antifungal İlaçlar: Flukonazol, İtrakonazolDestekleyici Tedavi olarak probiyotik içeren vajinal fitiller veya ağızdan alınan probiyotikler kullanılabilir.Trikomonas Enfeksiyonu (Trikomoniyazis)Trichomonas vaginalis adlı parazitin neden olduğu, yeşilimsi veya sarımsı, köpüklü ve kötü kokulu akıntı, vajinal kaşıntı, yanma ve idrar yaparken ağrı ile seyreden cinsel yolla bulaşan bir vajinit türüdür. Tedavisinde genellikle metronidazol veya tinidazol gibi antiprotozoal ilaçlar kullanılır.Atrofik VajinitMenopoz veya emzirme döneminde östrojen seviyelerinin düşmesi sonucu vajinal kuruluk, kaşıntı, yanma, cinsel ilişki sırasında ağrı ve bazen hafif kanama ile seyredebilen vajinal duvarların incelmesi ve kurumasıdır. Tedavisinde östrojen içeren vajinal kremler veya vajinal tabletler kullanılır.Alerjik veya Tahriş Edici ürünlerle meydana gelen vajinitSabunlar, parfümlü vajinal spreyler, duş uygulamaları, prezervatifler ve deterjanlar nedeniyle kaşıntı, yanma, kızarıklık ve vajinal akıntı ile seyreden vajinada görülen iltihaplanmadır. Tedaviisinde tahriş edici maddelerden kaçınmak önemlidir ve semptomları hafifletmek için hipoalerjenik ürünler kullanılması önerilir.2-Rahim hastalıkları (Polipler, Miyomlar (Uterin Fibroidler), Adenomyozis, Endometriozis, Rahim Ağzı (Serviks) Hastalıkları, Rahim Kanseri (Endometriyal Kanser), Rahim Sarkması (Uterin Prolapsus), Asherman Sendromu nasıl oluşur? Semptomlar ve tedavi yöntemleri nelerdir?Rahim hastalığı, rahmin yapısı veya fonksiyonlarıyla ilgili çeşitli sağlık sorunlarını ifade eder.Bu hastalıklar, genetik faktörler, östrojen ve progesteron düzeylerindeki hormonal dengesizlikler, PID (Pelvik İnflamatuar Hastalık), viral enfeksiyonlar ve yaşam tarzı gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilir.En sık görülen rahim hastalıklarından bazıları şunlardır:Rahim polipleriRahim iç duvarında (endometrium) gelişen, genellikle hormonal değişikliklerle (özellikle östrojen) ilişkili, üreme döneminde daha yaygın olarak görülen genellikle iyi huylu küçük tümör benzeri yapılardır.Saplı veya sapsız olabilirler. Boyutları birkaç milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebilir. Düzensiz adet kanaması, adet sonrası kanama veya menopoz sonrası kanama gibi belirtilerle seyredebilir. Genellikle cerrahi yöntemlerle tedavi edilirler.Miyomlar (Uterin Fibroidler),Rahim içinde, dışında veya rahmin duvarındaki kas dokusundan gelişen, aşırı adet kanaması, pelvik ağrı, sık idrara çıkma, kabızlık ve cinsel ilişki sırasında ağrı, kısırlık ile seyredebilen iyi huylu tümörlerdir.Tedavisi miyomların büyüklüğüne, konumuna ve semptomların şiddetine göre değişir.Medikal tedavi, cerrahi tedavi, laparoskopik veya histeroskopik yöntemlerle miyomların çıkarılması gibi minimal invazif yöntemler tedavi seçenekleri arasındadır.AdenomyozisRahim iç tabakasının yani endometriyumun rahim kas tabakasının içine doğru büyümesine ve kalınlaşmasına yol açan, aşırı adet kanaması, şiddetli adet sancıları ve pelvik ağrı ile seyreden iyi huylu bir kadın hastalığıdır.Özellikle 40-50 yaş arası kadınlarda görülür. Ağrılı adet görme, adet kanamasının aşırı olması, adet düzeninin bozulması ve şiddetli kramplarla giden pelvik ağrı en sık görülen semptomlardır.Tedavide ağrı kesiciler, hormonal tedavi veya cerrahi yöntemler tercih edilebilir. Şiddetli vakalarda histerektomi (rahmin alınması) gerekebilir.Endometriozis Rahim içini döşeyen endometrium tabakasının, rahim dışında, genellikle yumurtalıklarda veya fallop tüplerinde büyümesidir. Endometriozis, nadir de olsa rahim dışında vücudun farklı bölgelerinde de (mesane, barsaklar, cilt, akciğerler ve beyin gibi) meydana gelebilir.Semptomlar arasında şiddetli adet sancısı, kronik pelvik ağrı, mesane veya barsakta kanama, cinsel ilişki sırasında ağrı ve kısırlık görülür.İlaç tedavisi, hormon tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir.Rahim Ağzı (Serviks) HastalıklarıEn sık görülen rahim ağzı hastalıkları servikal displazi ve rahim ağzı kanseridir.Servikal dispilazi,Rahim ağzı yani serviskte anormal hücrelerin meydana gelmesidir. Genellikle Pap smear testi ile farkedilir. Çoğu zaman bulgu vermez, kansere dönüşmeyebilir ancak tedavi edilmezse ve ileri derecede hücresel değişiklik varsa kansere dönüşme riski taşır.Genellikle ileri evrelerde anormal vajinal kanama ve pelvik ağrı görülebilir.Tedavi hastalığın türüne, ciddiyetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir.Rahim ağzı kanseriRahmin alt kısmında yer alan ve vajinaya açılan rahim ağzında (serviks) anormal hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmasıyla ortaya çıkan bir kanser türüdür. Genellikle oldukça yaygın olan insan papilloma virüsü (HPV) adı verilen bir virüsün bazı türleriyle ilişkilidir, bazı yüksek riskli HPV türleri, yıllar içinde kansere dönüşme potansiyeline sahiptir.Anormal vajinal kanama, kötü kokulu veya anormal vajinal akıntı, pelvik ağrı veya ilişki sırasında ağrı başlıca semptomlarıdır.Hastalıktan korunmada, düzenli Pap smear testi ve HPV taraması, HPV Aşısı, sigara içmemek önemlidir.Tedavi seçenekleri genellikle cerrahi, radyoterapi ve kemoterapiden oluşur.Rahim Kanseri (Endometriyal Kanser)Rahmin iç tabakasında (endometrium) gelişen kötü huylu tümördür.Genellikle adet düzeni dışında veya menopoz sonrası kanamalarla ve pelvik ağrı ile ortaya çıkarlar. Erken dönemde teşhis edilebilen kanserlerdir.Tedavide cerrahi müdahale, radyoterapi, kemoterapi ve hormon tedavisi gibi farklı tedavi seçenekleri kullanılır.Rahim Sarkması (Uterin Prolapsus)Pelvik kasların ve bağlarının zayıflaması nedeniyle rahimin, vajina içine veya dışına doğru sarkması durumudur.Vajinada dolgunluk hissi, bel ağrısı, idrar kaçırma, mesaneyi tam olarak boşaltamama hissi ve cinsel ilişki sırasında ağrı görülebilir.Pelvik taban egzersizleri, Peser (vajene yerleştirilen aparat) kullanımı veya cerrahi müdahale tedavi seçenekleridir.Asherman Sendromu Rahim içi hasarına bağlı olarak gelişen yapışıklıklar olarak tanımlanır. Genellikle kürtaj veya rahim içi cerrahi işlemler sonrası gelişir.Adet sancılarının artması, adet düzensizlikleri ve kısırlık ile belirti verir.Tanısında histerosalpingografi (rahim filmi) ve histeroskopi yöntemleri uygulanmaktadır.Cerrahi müdahale ile yapışıklıkların açılması sağlanır.3- Pelvik inflamatuar hastalık (PID) nedir? Semptomlar ve tedavi yöntemleri nelerdir?Genellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar sonucu ortaya çıkan üreme organlarının üst kısmının yani uterus, fallop tüpleri, overlerin ve pelvis içinin enfeksiyonudur. Genellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle meydana gelir.Alt karın ağrısı, ateş, anormal vajinal akıntı ve ağrılı cinsel ilişki en sık belirtilerdir.Tedavide antibiyotikler yeterlidir, ancak ciddi vakalarda cerrahi gerekebilir.4-Polikistik Over Sendromu (PKOS) nedir? Semptomlar ve tedavi yöntemleri nelerdir?Hormonal bozuklukların yol açtığı yumurtalıklarda birçok küçük kistin oluşmasına neden olan bir durumdur. Aşırı kilo ve insülin direncinin, bir erkeklik hormonu olan androjenlerin artışına yol açması nedeniyle hastalık gelişir.Adet düzeninin bozulması, kilo alma, aşırı tüylenme, akne ve kısırlık en sık görülen belirtilerdir.Tedavide hormonal düzenleme, kilo kontrolü ve diyet değişiklikleri önerilebilir. Tedavi edilmezse yüksek tansiyon, diyabet ve kalp hastalığı gelişme riski altında olabilirler.5-Yumurtalık (over) kisti nedir ? Semptomlar ve tedavi yöntemleri nelerdir?Genellikle üreme çağlarında ortaya çıkan yumurtalığın içinde veya yüzeyinde oluşabilen ve içleri sıvı dolu genellikle iyi huylu (benign) oluşumlardır. Çok sık görülür ve genelde semptom vermez. Pelvik ağrı, aşırı kanama, şişkinlik ve rahatsızlık hissi veya adet düzensizliklerine neden olabilir.Tedavide küçük kistler izlenirken, büyük veya semptomatik kistlerin cerrahi olarak alınması gerekebilir.6-Adet düzensizlikleri nedir? Nedenleri nelerdir? Türleri nelerdir? Tedavi seçenekleri nelerdir?Adet döngüsünün normal süresi dışında veya düzensiz aralıklarla olması durumudur.Adet düzensizliği nedenleri:Östrojen ve progesteron düzeylerindeki değişiklikler gibi hormonal düzensizliklerPolikistik over Sendromu (PCOS)Tiroid hormonlarının fazla veya az olmasıPsikolojik veya fiziksel stres durumlarıHormonal dengeyi bozacak derecede aşırı egzersizAşırı kilo kaybı veya aşırı kilo alımı.Miyomlar, polipler veya endometriozis gibi rahim ve yumurtalık hastalıklarıDiyabet, hipertansiyon gibi bazı kronik sistemik hastalıklar adet düzensizliklerine sebep  olabilir. Adet düzensizliği türleri Amenore       3 aydan uzun süreli adet görememeOligomenore Adet döneminin 35 günden uzun aralarla gerçekleşmesiPolimenore   Adet döngüsünün 21 günden daha kısa sürmesiDüzensiz adet kanamaları Adet dönemlerinin sıklığı ve süresinin normalden değişkenlik göstermesiAşırı adet kanaması (menoraji) Adet dönemlerinin normalden fazla kanamalı olması ve/veya daha uzun sürmesiAdet döneminin kısalması veya uzaması Genellikle 3-7 gün süren kanamaların 2 günden az, 8 günden fazla sürmesiPremenstrüel Sendrom (PMS) Adet öncesi dönemde ortaya çıkan gerginlik, sinirlilik, baş ağrısı, şişkinlik, göğüs hassasiyeti gibi fiziksel ve duygusal belirtiler.İntermenstrüel kanama Adet dönemleri arasında meydana gelen kanamalardır.Tedavi seçenekleri nelerdir?Adet düzensizliklerinin tedavisi; düzensizliğin türüne, altında yatan nedenlere ve bireyin genel sağlık durumuna bağlı olarak;Hormonal tedavi,Yaşam tarzı değişiklikleri,İlaç tedavisi,Takviye ediciler veCerrahi tedavi olarak değişir. 7-Cinsel ilişkide kadın ve erkeklerde ağrı nedenleri nelerdir? Tedavisi nedir?        Kadınlarda Cinsel İlişkide Ağrı NedenleriVajinal KurulukVajinal enfeksiyonlarEndometriozisPelvik İnflamatuar Hastalık (PID)Miyomlar ve poliplerCinsel istismara uğrama veya geçmişteki sorunlu cinsel ilişkiAnatomik sorunlarPsikolojik faktörler    Erkeklerde Cinsel İlişkide Ağrı NedenleriPenis veya Testis EnfeksiyonlarıFimozis (penis ucunun yeterince açılmaması) veya parafimozis (penis başının geri çekilmesinin mümkün olmaması)Peyronie Hastalığı (Penis dokusunda sertleşmelerin oluşması)Yaralanmalar veya travmalar:     Tedavi Yöntemleri      Cinsel ilişkide ağrının tedavisi, altta yatan nedene bağlı olarak değişir:     Kremler, antibiyotikler, antifungal ilaçlar, ağrı kesici ilaçlar, psikoterapi veya cinsel terapi, izlem, hormonal tedavi veya cerrahi müdahale gibi tedavi seçenekleri vardır.                                       Jinekolojik hastalıklardan nasıl korunuruz? Düzenli doktor kontrolü ve jinekolojik muayene yaptırmak Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz yapmak Korunmasız cinsel ilişkiden kaçınmak Cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgi sahibi olmak Stres yönetimi ve bağışıklık sistemini güçlü tutmakJinekolojik hastalıklar tedavi edilmezse ne gibi riskler oluşturabilir?Tedavi edilmeyen jinekolojik hastalıklar kronik ağrı, hormonal dengesizlik, tüplerin tıkanması veya hasar görmesi gibi üreme sorunları, rahim veya yumurtalık kaybı, enfeksiyon riski ve hamilelik komplikasyonları gibi ciddi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, bazı hastalıklar kansere dönüşme riski taşıyabilir.Dr. Nilgün Duman
Devamını Oku
Anne ve Çocuk Sağlığı
Çocuklarda Alerji Ve Koruma Yöntemleri
Alerji nedir? Alerji, alerjen olarak bilinen çoğunlukla insan sağlığına zararsız olan şeylere karşı bağışıklık sisteminde meydana gelen anormal reaksiyonlardır. Bu reaksiyonlar basit semptomlara sebep olabileceği gibi hayati tehdit eden sağlık sorunlarına da yol açabilir.Alerjik reaksiyonlar solunum sistemi, sindirim sistemi, deri, gözler gibi birçok sistemi etkileyebilir. Alerjenlerle temas sonrası vücutta bağışıklık sisteminin tetiklediği aşırı duyarlılık reaksiyonu oluşur.Alerji Kimlerde Daha Sık Görülür?Her yaş grubunda ve cinsiyette alerji gelişimi olur; fakat çocukluk çağında alerji gelişimi olan çocuklar yakından takip edilmelidir. Genetik yatkınlığı olanlarda, açık tenlilerde ve nemli havalarda yaşayan insanlarda alerji daha sık görülür.Gelişmiş ülkelerde daha sık görülür. Stresör faktörlerin artması, hava ve gürültü kirliliğinin fazla olması alerjenlerin daha sık gelişmesine neden olmaktadır.Çocuklarda Neler Alerji Gelişimine Neden Olur?Genetik olarak alerjiye yatkın çocuklar ve ebeveynlerinde alerji öyküsü olan çocuklar alerji gelişimi açısından normal popülasyona göre daha risklidir. Ailede alerji öyküsü olması doğan çocuğun mutlaka alerjik bir çocuk olması anlamına gelmez sadece alerji açısından daha yakından takip edilmelidir.Çocukluk çağının özellikle ilk 3 yılında en sık alerji gelişimine neden olan alerjenler süt ve yer fıstığıdır.Besin alerjileri başlığı altında en sık görülen alerji nedenlerini;-Süt, yer fıstığı, ceviz ve fındık gibi kabuklu yiyecekler, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, et şeklinde sıralayabiliriz.Bunun dışında,- Kedi köpek gibi evcil hayvanların tüyleri,- Ağaç ve bitki poleni,- Ev ve toz akarları,- Böcek ısırıkları ve hayvan sokmaları,- Arı sokması,- İlaç alerjileri,- Küpe, kolye, bileklik gibi takılar çocuklarda alerji gelişimine neden olabilir.Çocuklarda Alerji En Sık Ne Zaman Görülür, Mevsimsel Değişiklik Gösterir mi?Yaşanılan coğrafyaya, iklim koşullarına göre değişkenlik göstermekle birlikte ülkemizde dönemsel olarak alerjik reaksiyonların en sık olduğu dönem bahar aylarıdır. Polenlerin daha sık olması, rüzgarların etkisi ve hava sıcaklıklarındaki değişikliklerden kaynaklı en sık bahar aylarında görürüz.Çocuklarda Alerji Belirtileri Nelerdir?Çocuklarda alerji birçok sistemi etkileyen semptomlara neden olabilir.Klinikte en sık karşılaştığımız şikayetler;- Ciltte kızarıklık ve deri döküntüleri,- Genel vücut kaşıntısı,- Burun akıntısı, hapşırma, öksürme,- Gözlerde yaşarma, kızarıklık, kaşıntı ve göz altında şişlik,- Nefes almada zorluk, tıkanıklık,- Özellikle besin alerjileri sonrası kolik tarzda karın ağrısıdır.Çocuklarda Alerji ile İlişkili Hastalıklar Nelerdir?Alerjik rinit:Çocukluk çağında görülen en sık alerjik hastalık alerjik rinittir. Halk arasında saman nezlesi olarak bilinen tabloda alerjene maruziyet sonrası burun akıntısı veya tıkanıklığı, hapşırma ve öksürme, gözlerde yaşarma olur. Hastalık süresi değişkenlik gösterir. Özellikle burun tıkanıklığı çocuklarda uyku kalitesini de çok etkiler. Tekrarlayan buna benzer şikayetler varlığında mutlaka bir doktorla görüşüp tedavi planlanması yapılmalıdır.Alerjik astım: Astım, çocukluk çağının en sık kronik rahatsızlığıdır. Ev tozu, kedi ve köpek tüyü, sigara dumanı ve hava kirliliği gibi etmenler alerjen olarak suçlanır. Hava yolu darlığı, nefes almada zorlanma gibi şikayetler olur. Alerjik astım tanılı çocuklarda uzun süreli tedavi planlanması yapılmalıdır.Atopik dermatit:Alerjen maruziyeti sonrası ciltte kızarıklık, kuruluk ve dökülmelerle seyreden bir cilt hastalığıdır. Özellikle anne sütünün kesilip ek gıdaya başlandığı dönemlerde sık rastlanır.Atopik dermatitli çocukların ileriki yaşlarda alerjik astım gibi diğer alerji ile ilişkili hastalıklara yakalanma olasılığı yüksektir ve bu nedenle yakın takip edilmelidir.Ürtiker:Ciltte kabarıklık ve kaşıntılı lezyonlarla seyreden bir cilt rahatsızlığıdır. Oluşan döküntüler tedavi edildikten sonra iz bırakmadan iyileşir.Besin alerjileri ve ilaç alerjileri de birçok sistemi etkileyen semptomlara yol açan alerjik hastalıklardır.Çocuklarda Alerji Tanısı Nasıl Konulur?Tekrarlayan burun akıntısı veya tıkanıklığı, göz yaşarması, ciltte döküntüler, nefes almakta zorlanma gibi şikayetleri olan çocuklar mutlaka olası alerji değerlendirmesi açısından doktora başvurmalıdır. Alınan detaylı anamnez ve yapılan sistemik muayene sonrası çocuk alerji ve immünoloji doktorları tarafından deri testleri ve kan tahlilleri alerji tanısı koymak için kullanılır.Bilinen veya şüpheli bir alerjen varlığında alerjenden alınan sıvı formlarının cilde enjeksiyonu sonrası oluşan reaksiyon gözlemlenir ve yapılan deri testleri sonucu alerji varlığı tespit edilir.Bilinen veya şüpheli alerjen varlığından söz edemiyorsak ve hastada alerjik reaksiyonlar gözlemlenmişse, ciltten yapılan alerji testlerinde toplumda en sık alerji yapan alerjen etkenler araştırılır. Her hastada bir alerjen varlığı tespit edilemeyebilir. Hastaların diyete dikkat etmesi, çevresel faktörleri gözlemlemesi ve hastalığı tetikleyen alerjen maruziyeti tespit etmeye çalışması gerekmektedir.Çocuklarda Alerji Tedavisi Nelerdir?Çocuklarda alerjinin esas tedavisi alerjiyi tetikleyen alerjen maruziyetinden kaçınmaktır. Eğer alerji testi sonrası varlığı bilinen bir alerjen varsa çevresel faktörleri ve diyeti ona göre düzenlemek gerekir. Alerjinin kesin bir tedavisi yoktur. Alerjen maruziyeti oldukça hastalık ataklar halinde devam eder, fakat semptomları rahatlatma tedavisi uygulanır.Antihistaminik içeriği olan haplar ve kremler tedavide ilaç tedavisi olarak kullanılır.İmmünoterapi (alerji aşısı) alerjik rinit, alerjik astım ve arı alerjisi gibi durumlarda uygulanabilir.Tedavide ilaç kullanımı ve alerji aşısı gibi yöntemler doktora danıştıktan sonra başlanmalıdır.Çocuklarda Alerjiden Korunmak İçin Öneriler:-       Anne sütü alımı desteklenmelidir. 6. Ayda ek gıdaya geçişle birlikte yemeklerde karmaşık öğünler tercih edilmemeli, içerik olarak tek ürün olacak şekilde yemekler ve çorbalar yapılmalıdır.-       Bağışıklık sistemi desteklenmeli, sağlıklı ve dengeli beslenmek, uyku düzeni oluşturmak önemlidir.-       Gün içerisinde yeterli sıvı alımı sağlanmalıdır.-       Çocuklara el yıkama alışkanlığı ve temizlik alışkanlığı erken yaşlarda kazandırılmalıdır.-       Çocuklarda ambalajlı ürünler tüketilmemelidir.-       Polen yoğunluğunun fazla olduğu mevsimlerde kapı ve pencereler kapalı tutulmalıdır. Evden çıkılan dönemlerde maske kullanımı desteklenmelidir. Eve gelirken kıyafetler değiştirilmelidir.-       Evde kullanılan klimaların bakımları yapılmalı ve belli aralıklarla temizlenmelidir.-       Bilinen alerjen varlığında çevresel faktörleri ve diyeti ona göre düzenlemek gerekir.Dr. Hasan Ali Baş
Devamını Oku
Faydalı Bilgiler
Toplumda Sık Görülen Bazı Sindirim Sistemi Hastalıkları
1-Gastroözofageal Reflü Hastalığı (GÖRH)Gastroözofageal Reflü Hastalığı (GÖRH) nedir?Gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH), mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması sonucu oluşan kronik bir sindirim sistemi hastalığıdır. Mide asidinin yemek borusuna geri kaçması, yemek borusu dokusuna zarar vererek yanma hissi, ağrı ve çeşitli diğer belirtilere yol açar. Özellikle yemeklerden sonra veya yatarken bu semptomlar daha belirgin hale gelir. GÖRH, uzun vadede tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlara neden olabilir.GÖRH belirtileri nelerdir?GÖRH'nin en yaygın belirtileri mide yanması ve asit reflüsüdür. Mide yanması, göğüste ve boğaza doğru yayılan yanma hissi ile karakterizedir. Asit reflüsü, mide içeriğinin boğaza doğru geri gelmesi ve ağızda acı veya ekşi bir tat bırakması şeklinde kendini gösterir. Ek olarak, yutma güçlüğü, kronik öksürük, ses kısıklığı, boğaz ağrısı ve diş minesinde aşınma gibi belirtiler de görülebilir.GÖRH nasıl teşhis edilir?GÖRH teşhisi genellikle hastanın semptomlarına ve tıbbi geçmişine dayanarak konur. Ancak, daha kesin bir tanı için bazı testler gerekebilir. Üst gastrointestinal endoskopi, yemek borusunda herhangi bir hasar olup olmadığını görmek için kullanılır. Özofageal manometri, yemek borusundaki basınçları ölçerek alt yemek borusu sfinkterinin düzgün çalışıp çalışmadığını değerlendirir. 24 saatlik pH izleme ise, yemek borusundaki asit miktarını ölçerek reflü olup olmadığını belirler.GÖRH tedavisi nasıl yapılır?GÖRH tedavisi, semptomların şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak aşamalı bir yaklaşımla yapılır. İlk aşamada, yaşam tarzı değişiklikleri ve diyet düzenlemeleri önerilir. Hastalara; alkollü içecekler, çikolata, narenciye, domates bazlı yiyecekler, nane ve kahve gibi reflüyü tetikleyebilecek yiyeceklerden kaçınmaları tavsiye edilir. Ayrıca, yemeklerden sonra en az üç saat boyunca uzanmamaları ve yatak başını yükseltmeleri önerilir.GÖRH tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?Hafif GÖRH vakalarında, antiasitler mide asidini nötralize etmek için kullanılır. Daha ciddi vakalarda, asit baskılayıcı ilaçlar önerilir. Proton pompa inhibitörleri (omeprazol, esomeprazol, lansoprazol gibi) mide asidi üretimini engelleyerek yemek borusunun iyileşmesine yardımcı olur. H2 reseptör antagonistleri (famotidin, ranitidin gibi) de mide asidini azaltmak için kullanılır. Bu ilaçlar, uzun süreli kullanımlarda yan etkilere neden olabileceği için dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır.GÖRH’nin cerrahi tedavisi nasıl yapılır?İlaç tedavisine rağmen semptomları devam eden hastalar için cerrahi seçenekler değerlendirilir. En yaygın cerrahi işlem, Nissen fundoplikasyonu adı verilen bir operasyondur. Bu işlemde, midenin üst kısmı yemek borusunun etrafına sarılarak alt yemek borusu sfinkteri güçlendirilir ve asidin yemek borusuna geri kaçması engellenir. Cerrahi tedavi, özellikle ciddi komplikasyonlar gelişen veya ilaç tedavisine yanıt vermeyen hastalar için uygundur.GÖRH komplikasyonları nelerdir?Tedavi edilmediğinde GÖRH, ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Özofajit (yemek borusu iltihabı), yemek borusunda daralmalar (özofagus darlığı) ve Barrett özofagusu gibi durumlar bu komplikasyonlar arasında yer alır. Barrett özofagusu, yemek borusundaki hücrelerin anormal değişikliklere uğramasına ve uzun vadede kanser riskinin artmasına neden olabilir.2-GastritGastrit nedir?Gastrit, mide mukozasının iltihaplanması sonucu oluşan bir rahatsızlıktır. Bu iltihaplanma, mide dokusunda çeşitli düzeylerde hasara yol açabilir ve mide yanması, mide ağrısı, bulantı ve kusma gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Gastrit, akut ya da kronik olabilir. Akut gastrit, ani bir şekilde ortaya çıkar ve kısa sürede iyileşebilirken, kronik gastrit daha uzun süre devam edebilir ve tedavi edilmezse ciddi mide sorunlarına yol açabilir.Gastritin belirtileri nelerdir?Gastritin en sık görülen belirtileri arasında mide ağrısı, mide yanması, şişkinlik, geğirme, bulantı ve kusma yer alır. Bazı hastalar iştahsızlık ve erken doyma hissi yaşayabilir. Ağır vakalarda mide kanaması görülebilir, bu da dışkıda siyah renk değişikliği veya kusma yoluyla kanın fark edilmesine yol açabilir. Bu belirtiler, gastritin türüne ve nedenine göre değişiklik gösterebilir.Helicobacter pylori nedir ve gastrite nasıl yol açar?Helicobacter pylori, mide mukozasında enfeksiyona yol açan bir bakteridir ve gastritin en yaygın nedenlerinden biridir. Genellikle çocukluk döneminde bulaşır ve tedavi edilmediğinde kronikleşerek mide dokusuna zarar verir. Bu bakteri, mide asidinden korunmak için mide mukozasında bir tabaka oluşturur ve zamanla iltihaplanma meydana getirir. Bu iltihaplanma, gastrit, mide ülseri ve hatta mide kanserine yol açabilir. Helicobacter pylori'nin en yaygın bulaşma yolları, kontamine su ve yiyeceklerdir. Ayrıca, kişiden kişiye bulaşma da mümkündür.Helicobacter pylori enfeksiyonu nasıl teşhis edilir?Helicobacter pylori enfeksiyonu nefes testi, dışkı testi veya kan testi ile teşhis edilebilir. Bu testler, bakterinin varlığını tespit etmeye yöneliktir. Nefes testi, kişinin vücudunda bakterinin ürettiği üreyi ölçerek tanı koyar. Endoskopi sırasında alınan biyopsi örneği de bakterinin varlığını doğrulamak için kullanılabilir.Helicobacter pylori enfeksiyonu nasıl tedavi edilir?Helicobacter pylori'nin tedavisi, genellikle birden fazla ilacın kullanıldığı kombinasyon tedavileri ile yapılır. Tedavi genellikle 10-14 gün sürer ve bir proton pompa inhibitörü (PPI), iki farklı antibiyotik (genellikle amoksisilin ve klaritromisin) ile birlikte kullanılır. Bu tedavi, mide asidini azaltarak mide mukozasının iyileşmesini sağlarken, antibiyotikler bakteriyi ortadan kaldırır. Bazı hastalarda, antibiyotik direnci geliştiği durumlarda farklı ilaç kombinasyonları (örneğin, bizmut içerikli ilaçlarla yapılan tedavi) tercih edilebilir.Tedavi sonrası Helicobacter pylori'nin tamamen yok olduğunu nasıl anlarız?Tedavi tamamlandıktan yaklaşık dört hafta sonra, bakterinin tamamen yok olup olmadığını kontrol etmek için tekrar nefes testi veya dışkı testi yapılabilir. Bu testler, bakterinin yeniden üremesini engellemek için tedavinin başarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadığını belirlemeye yardımcı olur. Tedavi sonrası izlem oldukça önemlidir, çünkü bakterinin tamamen yok edilmemesi durumunda enfeksiyon tekrar edebilir ve daha ciddi mide rahatsızlıklarına yol açabilir.Gastrit tedavisinde başka hangi yöntemler uygulanabilir?Gastrit tedavisinde, bakteriyel enfeksiyonun yanı sıra mide asidini azaltmaya yönelik ilaçlar (proton pompa inhibitörleri ve H2 reseptör antagonistleri) sıkça kullanılır. Bunun dışında, hastaların yaşam tarzı değişiklikleri yapmaları da önerilir. Alkol ve sigara tüketiminin bırakılması, aşırı yağlı, baharatlı ve asidik yiyeceklerden kaçınılması tedaviye yardımcı olabilir. Ayrıca stresten kaçınmak ve düzenli uyku alışkanlıkları da gastritin tekrarlamasını önlemeye yardımcı olur.Gastritin komplikasyonları nelerdir?Tedavi edilmediğinde gastrit, mide ülseri, mide kanaması, mide delinmesi ve dehidrasyon gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Kronik gastrit, uzun vadede mide kanseri riskini artırabilir. Ayrıca sürekli kusma ve mide asidinin yemek borusuna kaçması sonucu yemek borusunda hasar meydana gelebilir.3-Kabızlık (Konstipasyon)Konstipasyon (kabızlık) nedir?Konstipasyon, bağırsak hareketlerinin haftada üçten az olması ve dışkının geçmesi sırasında zorluk yaşanması durumudur. Sık rastlanan sindirim sorunlarından biridir. Konstipasyon genellikle bir hastalık değil, bir belirtidir. Dışkı geçişinin zor, seyrek veya eksik olduğu durumlarda ortaya çıkar ve uzun vadede başka sindirim sorunlarına yol açabilir.Konstipasyon belirtileri nelerdir?Konstipasyon belirtileri arasında haftada üçten az bağırsak hareketi, dışkılama sırasında zorlanma, sert veya topaklı dışkı, dışkının tam olarak çıkmama hissi, anorektal tıkanıklık hissi ve bazen de manuel müdahale ile dışkılama yer alır. Ayrıca, karın şişkinliği, dışkılama sırasında ağrı ve rektal kanama da sık görülen belirtilerdendir.Konstipasyon nasıl teşhis edilir?Konstipasyon teşhisi, hastanın semptomlarına ve tıbbi geçmişine dayanarak yapılır. Doktor, ayrıca rektal muayene yapabilir ve bazı durumlarda görüntüleme yöntemleri ile bağırsak hareketlerini inceleyebilir. Kolon transit çalışmaları, defekografi ve anorektal manometri gibi testler de teşhiste yardımcı olabilir.Konstipasyonun nedenleri nelerdir?Konstipasyonun pek çok nedeni olabilir. Yetersiz su ve lif alımı, fiziksel aktivite eksikliği ve ilaç kullanımı gibi yaşam tarzı faktörleri en yaygın nedenlerdendir. Ayrıca diyabet, hipotiroidi ve Parkinson hastalığı gibi bazı tıbbi durumlar da konstipasyona yol açabilir. Bazı ilaçlar (opioidler, antidepresanlar) ve diyetteki ani değişiklikler de konstipasyona neden olabilir.Kabızlıkta diyet nasıl olmalı?Kabızlık tedavisinde en önemli adımlardan biri, beslenme alışkanlıklarının düzeltilmesidir. Kabızlığı önlemek için lif yönünden zengin bir diyet önerilir. Lif, bağırsak hareketlerini düzenlemeye yardımcı olur ve dışkının yumuşak kalmasını sağlar. Günlük diyetinize şu yiyecekleri ekleyebilirsiniz:●      Meyveler ve sebzeler: Özellikle elma, armut, erik, incir, brokoli, havuç gibi lif bakımından zengin gıdalar.●      Tam tahıllı ürünler: Kepekli ekmek, yulaf, esmer pirinç, bulgur ve tam buğday makarnası gibi tam tahıllı ürünler bağırsak sağlığını destekler.●      Baklagiller: Mercimek, nohut, fasulye gibi baklagiller de lif içeriği yüksek gıdalardandır.●      Bol su: Yeterli miktarda su içmek, dışkının yumuşak kalmasını sağlayarak kabızlığı önler. Günde en az 8 bardak su içilmesi önerilir.Bunlara ek olarak, kafein içeren içeceklerden (kahve, çay) ve alkol tüketiminden kaçınmak, kabızlık riskini azaltabilir. Süt ürünleri de bazı insanlarda kabızlığa neden olabilir, bu nedenle laktoz intoleransı olan bireyler süt ürünlerinden kaçınmalıdır. Ayrıca, yemek yedikten sonra hafif yürüyüş yapmak, sindirimi kolaylaştırabilir ve bağırsak hareketlerini hızlandırabilir.Konstipasyon nasıl tedavi edilir?Konstipasyonun tedavisi, genellikle yaşam tarzı değişikliklerine dayanır. İlk adım, daha fazla lif tüketmek ve su alımını artırmaktır. Düzenli fiziksel aktivite, bağırsak hareketlerini teşvik etmeye yardımcı olabilir. Hafif vakalarda dışkı yumuşatıcılar ve lif takviyeleri önerilebilir. Daha ciddi vakalarda, osmotik laksatifler, stimulant laksatifler ve yeni nesil ilaçlar kullanılabilir. Örneğin, laksatif kullanımı bağırsak hareketlerini hızlandırabilir ve dışkının geçişini kolaylaştırabilir. Ayrıca, bağırsak hareketlerini düzenlemek için probiyotikler ve prebiyotikler de önerilebilir.Hangi ilaçlar konstipasyona neden olabilir?Bazı ilaçlar konstipasyona neden olabilir. Opioidler, antidepresanlar, demir takviyeleri, antiasitler (özellikle kalsiyum içerenler), kalsiyum kanal blokerleri ve diüretikler kabızlığa yol açabilir. Bu ilaçların kullanımı sırasında kabızlık gelişirse, doktorunuzla alternatif tedavi seçenekleri hakkında konuşmalısınız.Konstipasyonun komplikasyonları nelerdir?Tedavi edilmediğinde konstipasyon, ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Bu komplikasyonlar arasında hemoroidler, anal fissürler, bağırsak tıkanıklığı ve rektal prolaps (bağırsak sarkması) yer alır. Kabızlık ayrıca yaşam kalitesini düşürebilir ve sürekli rahatsızlık hissine neden olabilir.4-İrritabl Bağırsak Sendromuİrritabl Bağırsak Sendromu (İBS) nedir?İrritabl Bağırsak Sendromu, bağırsakların normal işleyişini bozan, karın ağrısı ve dışkı alışkanlıklarında değişikliklere yol açan kronik bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. İBS genellikle beyin-bağırsak etkileşimindeki bozukluklar sonucunda ortaya çıkar. Bu sendrom ishal, kabızlık ya da her ikisinin bir arada görüldüğü dışkı problemleri ile kendini gösterebilir. IBS'nin tam olarak neden ortaya çıktığı bilinmese de, stres, belirli gıdalar ve hormonal değişikliklerin rol oynadığı düşünülmektedir.İBS belirtileri nelerdir?İBS’nin en yaygın belirtileri arasında karın ağrısı, şişkinlik, dışkılama sıklığında değişiklik ve dışkının şeklinde bozulma bulunur. Bazı hastalar ishal ağırlıklı, bazıları ise kabızlık ağırlıklı olabilir. Diğer belirtiler arasında dışkıda mukus, aşırı gaz ve dışkılamada zorluk bulunur. Belirtiler genellikle yemeklerden sonra, stresli dönemlerde ya da belirli tetikleyici gıdalardan sonra artış gösterebilir.İBS’nin kesin tanısı nasıl konur?İBS tanısı, genellikle hastanın belirtileri ve tıbbi geçmişine dayanarak konur. Son üç ayda haftada en az bir gün karın ağrısı yaşamış ve bu ağrı dışkılama ile ilişkili ise İBS tanısı düşünülebilir. Ayrıca dışkılama sıklığında veya şeklinde değişiklikler olması da İBS’nin belirleyici özelliklerindendir. Bu belirtiler 8 hafta ya da daha uzun süre devam ediyorsa, İBS tanısı koyulabilir. Ancak, kilo kaybı, rektal kanama ya da ateş gibi alarm belirtileri varsa, daha ciddi bir durumun olup olmadığını kontrol etmek için ek testler yapılmalıdır.İBS’nin nedenleri nelerdir?İBS’nin kesin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak beyin ve bağırsak arasındaki iletişimdeki bozuklukların, bağırsak hareketlerinin kontrolünü etkileyerek semptomlara yol açtığı düşünülmektedir. Stres, anksiyete, bağırsak enfeksiyonları, genetik yatkınlık ve bağırsak mikrobiyomundaki değişiklikler İBS’nin gelişiminde rol oynayabilir. Ayrıca, bazı yiyeceklerin sindirimi zor olabilir ve bu da bağırsaklarda hassasiyeti artırabilir.İBS tedavisinde hangi yöntemler kullanılır?İBS tedavisi, hastanın semptomlarına ve alt türüne göre düzenlenir. Genel tedavi yaklaşımları şunlardır:●      Diyet değişiklikleri: Düşük FODMAP(Fermente Olabilen Oligosakkaritler, Disakkaritler, Monosakkaritler ve Polioller) diyeti gibi belirli diyetler, bağırsakta gaz ve şişkinlik gibi belirtileri hafifletebilir. Lifli gıdalar, kabızlık çeken hastalara önerilirken, ishal şikayeti olanlar lif alımını sınırlayabilir.●      İlaç tedavisi: Antispazmodik ilaçlar, bağırsak kaslarını gevşeterek ağrıyı hafifletir. Kabızlık ya da ishal için ayrı ayrı ilaçlar kullanılabilir. Antidepresanlar da bazı hastalarda bağırsak hassasiyetini azaltmak için önerilebilir.●      Stres yönetimi: Stres, İBS semptomlarını tetikleyebilir. Bu nedenle, stres yönetimi teknikleri (meditasyon, yoga, bilişsel davranışçı terapi) İBS tedavisinde faydalı olabilir.●      Probiyotikler: Bağırsak florasını dengelemek için probiyotik takviyeleri önerilebilir. Bu, özellikle bağırsak mikrobiyomundaki dengesizliklerin semptomlara katkıda bulunduğu düşünülen hastalarda etkilidir.İBS yaşam kalitesini nasıl etkiler?İBS, kronik bir rahatsızlık olduğu için yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. Sürekli karın ağrısı, şişkinlik ve dışkılama problemleri, hastaların sosyal hayatını ve iş yaşamını zorlaştırabilir. Ayrıca, İBS’li hastalarda anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sorunlar daha sık görülebilir. Tedavi edilmezse, İBS’nin yaşam kalitesi üzerindeki etkileri daha da artabilir.İBS’yi kötüleştiren yiyecekler nelerdir?İBS’yi tetikleyen yiyecekler kişiden kişiye değişse de, genellikle yağlı yiyecekler, süt ürünleri, kafeinli içecekler, gazlı içecekler ve baharatlı yiyecekler semptomları kötüleştirebilir. Ayrıca, yüksek FODMAP içeren gıdalar (örneğin, elma, armut, buğday, sarımsak) bazı hastalarda şişkinlik ve gaz yapabilir. Hangi yiyeceklerin İBS’yi kötüleştirdiğini belirlemek için bir yiyecek günlüğü tutmak faydalı olabilir.İBS ile nasıl başa çıkılabilir?İBS ile başa çıkmanın en iyi yollarından biri, tetikleyici gıdalardan kaçınmak ve düzenli bir diyet uygulamaktır. Ayrıca, düzenli egzersiz yapmak, bol su içmek ve stres yönetimi tekniklerini uygulamak semptomları hafifletebilir. Gerekli durumlarda doktor kontrolünde ilaç tedavisi ve psikolojik destek almak da İBS ile başa çıkmada etkili olabilir.Dr. Yağmur Yıldırım Şamhal
Devamını Oku
Faydalı Bilgiler
Sık Görülen Cilt Hastalıkları Ve Tedavi Yöntemleri
Birçok cilt hastalığı kaşıntıya, cilt kuruluğuna veya döküntülere neden olur. Çoğunlukla bu semptomları ilaç tedavisi, uygun cilt bakımı ve yaşam tarzı değişiklikleriyle yönetebilirsiniz. Uygulanan tedavi semptomları azaltabilir ancak birçok cilt hastalığı hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmaz. Ayrıca, cilt yeni veya iyileşmeyen lekeler veya benlerdeki değişiklikler dahil olmak üzere herhangi bir değişiklik olup olmadığını görmek için düzenli olarak kontrol edilmelidir. Çoğu cilt kanseri erken teşhis ile tedavi edilebilir.Cilt Hastalıkları Nelerdir?Cilt hastalıkları cildinizi etkileyen durumlardır. Bunlar ciltte bozukluğa yol açan, cildi tıkayan veya tahriş eden birçok durumu içerir. Bu hastalıklar döküntülere, iltihaplanmalara, kaşıntıya veya diğer cilt değişikliklerine neden olabilir. Bazı cilt rahatsızlıkları genetik olabilirken bazıları yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir. Cilt hastalığının tedavisinde ilaçlar, kremler veya yaşam tarzı değişiklikleri tercih edilebilir.Cildin Görevi Nedir?Cildiniz vücudunuzu kaplayan ve koruyan büyük organdır. Cildin birçok işlevi vardır, bunlardan bazıları şunlardır:·      Sıvıyı tutar ve dehidrasyonu önler.·      Duyu organıdır. Sıcaklık veya ağrıyı hissetmeye yardımcı olur.·      Bakteri, virüs veya diğer enfeksiyon etmenlerinden korur.·      Vücut sıcaklığını sabitler.·      Güneşe maruz kalmaya cevap olarak D vitamini sentezler.En Sık Görülen Cilt Hastalıkları Nelerdir?Bazı cilt hastalıkları önemsizdir, bazıları ise ciddi semptomlara neden olur. En yaygın cilt hastalıklarından bazıları şunlardır:·      Akne: Gözeneklerde yağ, bakteri ve ölü deri birikmesine yol açarak gözenekleri tıkar ve ciltte foliküller oluşmasına neden olur.·      Alopesi Areata: Saçların küçük parçalar halinde dökülmesine neden olur.·      Atopik Dermatit (Egzama): Ciltte şişmeye, çatlamaya veya pullanmaya yol açar. Kuru ve kaşıntılı bir cilt görülür.·      Rosacea: Genellikle yüzdeki sivilcelerle birlikte kızarık ve kalın bir cilt olur.·      Vitiligo: Ciltte pigment kaybına bağlı; renk değişikliğiyle seyreden cilt lekeleri vardır.·      Cilt Kanseri: Anormal cilt hücrelerinin kontrolsüz büyümesidir.Kronik Cilt Hastalıkları Nelerdir?Tedavi edilemeyen kronik cilt rahatsızlıkları vardır. Bu hastalıklarda alevlenmeleri önlemek veya yönetmek için düzenli tedavi kullanmak gerekebilir. Bazı kronik cilt rahatsızlıkları şunlardır:·      Egzama·      Hidradenitis suppurativa (Sivilceye benzeyen şişlikler veya çıbanlardan oluşan inflamatuar bir cilt rahatsızlığı)·      Liken planus (Kişinin cildinde parlak, sert, morumsu şişliklerin olduğu bir durum)·      Lupus·      Sedef hastalığı·      Gül hastalığıCilt Hastalıklarının Sebebi Nedir?Bazı yaşam tarzı faktörleri ya da altta yatan sağlık sorunları cilt hastalığının gelişmesine yol açabilir. Cilt hastalıklarının yaygın nedenleri şunlardır:·      Gözeneklerde veya saç foliküllerindeki bakteriler·      Ciltte bulunan mantar veya parazitler·      Virüsler·      Alerjenler veya çevresel tetikleyicilerle temas·      Tiroit, böbrekler veya bağışıklık sistemini etkileyen bazı romatizmal hastalıklar·      Diyabet·      Genetik yatkınlık·      GüneşCilt Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?Cilt değişiklikleri her zaman cilt hastalıklarına bağlı değildir. Örneğin, ayağa tam oturmayan ayakkabılar giyilmesi sonucunda ayaklar su toplayabilir. Ancak cilt değişiklikleri bilinen bir neden olmadan ortaya çıktığında cilt hastalığı olduğu düşünülebilir.Cilt hastalıklarının belirtileri genel olarak şunlardır:·      Renksiz cilt lekeleri (anormal pigmentasyon)·      Cilt kuruluğu·      Açık yaralar, lezyonlar veya ülserler·      Cildin soyulması·      Kaşıntı veya ağrı ile birlikte olan döküntüler·      Kırmızı, beyaz veya irin dolu şişlikler·      Pullu veya pürüzlü ciltBir Cilt hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Doktorlar genellikle cilt hastalıklarını teşhis etmek için kişinin tıbbi geçmişini ve fiziksel semptomlarını dikkate alır. Çoğu zaman, doktor cildinizi görsel olarak inceleyerek muayene ile cilt hastalığını teşhis edebilir. Tümseklerin, kabarcıkların ve döküntülerin boyutunu, şeklini, yerini ve rengini değerlendirmek kesin nedenin belirlemesine yardımcı olabilir. Diğer cilt dışı semptomlar da hastalık teşhisiyle ilgili ipuçları verebilir. Görsel muayenenin net cevap vermediği durumlarda tanı koymak için bazı testler kullanılabilir:·      Biyopsi: Mikroskop altında incelemek için deriden küçük bir parçanın alınmasıdır.·      Kültür: Bakteri, mantar veya virüsleri test etmek için deri örneği alınmasıdır.·      Deri Yama Testi: Alerjik reaksiyonları test etmek için az miktarda maddenin uygulandığı bir testtir.·      Wood Işık Muayenesi: Cildin pigmentini daha net görmek için ultraviyole (UV) ışık kullanılarak yapılan muayenedir.·      Dermoskopi: Cilt lezyonlarını teşhis etmek için dermatoskop adı verilen bir cihaz kullanılarak yapılır.Cilt Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?Birçok cilt hastalığı tedaviye iyi yanıt verir. Dermatoloji muayenesi sonucu bazı tedaviler uygulanabilir:·      Antibiyotik kremler ve haplar·      Antihistaminikler·      Nemlendirici kremler·      Kortikosteroidli kremler ve haplar·      Cerrahi prosedürler·      Lazerle cilt tedavileriAyrıca yaşam tarzı değişiklikleri ile cilt hastalıklarının semptomları azaltılabilir. Örneğin; doktorunuz önerdiği takdirde şeker veya süt ürünleri gibi belirli gıdalardan kaçının veya bunları sınırlandırın, stresi yönetin, uygun cilt bakımı rutinleri uygulayın, aşırı alkol kullanımından ve sigara içmekten kaçının.Cilt Hastalığına Yakalanmayı Kolaylaştıran Faktörler Nelerdir?Bazı sağlık sorunlarında cilt hastalığına yakalanma riski artabilir. Aşağıdaki durumlarda cilt rahatsızlıkları yaşama olasılığınız daha yüksek olabilir:·      Diyabet: Diyabetli kişiler, özellikle ayaklarındaki yaraların iyileşmesinde sorun yaşayabilir.·      İnflamatuar Bağırsak Hastalığı: Bazı inflamatuar bağırsak hastalığı ilaçları vitiligo veya egzama gibi cilt sorunlarına yol açabilir.·      Lupus: Bu kronik hastalık iltihaplanma ve döküntü, yara veya pullu cilt lekeleri gibi cilt sorunlarına yol açabilir.Ayrıca hamilelik, stres veya hormonal değişikliklerin sonucu da cilt rahatsızlıkları olabilir. Örneğin; melazma çoğunlukla hamile kadınları etkileyen yaygın bir cilt hastalığıdır. Alopesi areata, akne, Raynaud fenomeni veya rosacea gibi durumlar stresle daha da kötüleşebilir.Cilt Hastalıklarına Yakalanmamak İçin Neler Yapılabilir?Bazı cilt hastalıklarının önlenmesi mümkün değildir. Örneğin genetiğinizi değiştirmenin veya bir otoimmün bozukluğu önlemenin hiçbir yolu yoktur.Bulaşıcı cilt hastalıklarından kaçınmak için adımlar atabilirsiniz. Bazı yaşam tarzı değişiklikleri ile cilt hastalıklarını önleyebilir veya semptomlarını azaltabilirsiniz. Mutfak eşyalarını, kişisel eşyaları veya kozmetik ürünlerini paylaşmaktan kaçının. Spor salonu ekipmanları gibi kamusal alanlarda kullandığınız nesneleri dezenfekte edin. Bol su için ve sağlıklı bir beslenme planı uygulayın. Tahriş edici maddeler veya sert kimyasallarla teması sınırlayın. Günlük 7-8 saat uyuyun. Güneş yanığını ve diğer güneş hasarlarını önlemek için düzenli olarak güneş koruyucu kremler kullanın. Ellerinizi düzenli olarak sabun ve suyla yıkayın.Cilt Hastalıkları Tedaviyle Düzelir Mi?Bu durum hastalığınıza göre değişir. Birçok cilt rahatsızlığı kroniktir. Kronik cilt hastalıklarında tedavi semptomları azaltabilir, semptomların tekrarlamaması için tedavilere uzun süreli devam etmek gerekebilir. Bazı cilt rahatsızlıkları ise tedavi gerektirmeden kendiliğinden iyileşir. Bazı cilt rahatsızlıklarında ise semptomsuz dönemler ve bunun sonrasında alevlenme dönemleri görülebilir.En Ciddi Cilt Hastalığı Nedir?Bir cilt kanseri türü olan melanom en ciddi cilt hastalığıdır. Kanser nadir görülmesine rağmen erken teşhis ve tedavi olmazsa vücudun diğer bölgelerine yayılabilir.Cilt Sorunu Olduğunda Ne Zaman Bir Doktora Başvurulmalısınız?Cildinizle ilgili sorularınız veya endişeleriniz varsa dermatolojiye başvurabilirsiniz.Ayrıca aşağıdaki durumların varlığında bir doktora danışmak isteyebilirsiniz:·      Cilt bulgularının yanı sıra ateş, yorgunluk veya nefes darlığı gibi diğer sistematik belirtiler de varsa·      Cildinizde ağrılı, kabarcıklı veya enfekte döküntüler var·      Geçmeyen veya kötüleşen cilt problemleriniz varsaCilt hastalıklarında bir durumu diğerinden ayırmayı öğrenmek, kişinin kendi kendine bakım sağlamasına yardımcı olur. Ancak bir cilt hastalığı varlığında dermatolog tarafından muayene edilmek, teşhis ve tedavi almak çok önemlidir.Uzm. Dr. İrem Cantürk
Devamını Oku
Anne ve Çocuk Sağlığı
Çocuklarda Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlendirilir?
Ebeveynler sıklıkla şunları merak ederler: Çocuklarımızı sağlıklı tutmak için ne yapabiliriz? Bağışıklık sistemini güçlendirmenin ve hastalıkları önlemenin yolları var mı? Bu soruların cevabı evet; ancak bunun için sihirli takviyeler yok. Bağışıklık sistemini güçlü tutmanın en iyi yolu, sağlıklı bir yaşam sürmektir. Bu kulağa sıkıcı gelse kanıtlanmış ve doğru olan yöntemdir.Okul sezonunun başlamasıyla birlikte çocukların bağışıklık sistemlerini güçlendirmek daha da önem kazanmaktadır. Okula giden çocuklarınızın sağlıklı kalmasına yardımcı olmak için yapabileceklerinizi bu yazıda bulabilirsiniz.Sağlıklı Bir Beslenme Düzeni Bağışıklık Sistemini Güçlendirir Mi?Evet, sağlıklı bir beslenme düzeni bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Sağlıklı beslenme düzeni deyince, bol miktarda meyve ve sebzeden (günde beş porsiyon tavsiye edilir ve bunlar her öğün tabağının yarısını kaplamalıdır), tam tahıllardan ve yağsız proteinden oluşan bir beslenme kastedilmektedir. Ayrıca süt ürünleri veya başka bir kalsiyum kaynağı ve bitkisel yağlar gibi sağlıklı yağlar da bulunmalıdır.Beslenme düzeninde kaçınılması gereken besinler; işlenmiş gıdalar, hazır paketli gıdalar, şeker ilaveli gıdalar ve hayvansal ürünlerde bulunan doymuş yağlar gibi sağlıksız yağlar içeren gıdalardır. Bu, çocuğunuzun asla kurabiye veya dondurma yiyemeyeceği anlamına gelmez. Ancak çocuğunuzun sağlıklı olmasını istiyorsanız bu yiyecekleri her gün yememesi gerekir.Multivitamin Takviyeleri Bağışıklık Sistemini Güçlendirmek İçin Gerekli Mi?Piyasada bağışıklık sistemini güçlendirdiğini iddia eden birçok takviye bulunmaktadır. Ancak yapılan çalışmalarda bunların çoğunun gerçekten bir fark yaratıp yaratmayacağı konusunda kesin bir sonuç bulunamamıştır. Ayrıca bu besin takviyelerinin hiçbiri sağlıklı beslenmenin yerini almaz. Bazı durumlarda bu takviyeler önerilir, örneğin; sebzeleri reddeden veya kısıtlı bir diyet uygulayan bir çocuğunuz varsa, demir içeren bir multivitamin mantıklı olabilir. Vitamin eksikliği olan çocuklarda eksikliğin yerine konulması için takviyeler tercih edilebilir. Vitaminlerin veya takviyelerin çocuğunuz için iyi bir fikir olup olmadığı konusunda doktorunuzla konuşabilirsiniz.D Vitamini Bağışıklığı Güçlendirir Mi?Çocuklarınız D vitamininin çoğunu güneş ışığı ile alabilse de, kış aylarında veya güneş kremi kullanıldığında bunu sağlamak zordur. D vitamininin diyetle alınması çok önemlidir. En yüksek miktarda D vitamini bulunan yiyecekler çocukların tipik menüsünde yer almaz. Bunlar; alabalık, somon, ton balığı ve sardalye gibi yağlı balıklardır. Uzmanlara göre süt, yoğurt, portakal suyu ve süt içermeyen süt alternatifleri (soya veya badem sütü gibi) gibi güçlendirilmiş gıdalar, önerilen günlük D vitamini miktarının yaklaşık %5 ila %25'ini sağlamaktadır. Ancak D vitamini yağda çözünen bir vitamin olduğu için yağla birlikte alındığında en iyi şekilde emilmektedir, çocuklarınız D vitamini tüketirken buna dikkat etmek önemlidir. Bir gıda zaten doğal olarak yağ içeriyorsa (örneğin, yağlı balık ve tam yağlı süt), emilim konusunda endişe edilmemelidir. Bir yiyecek yeteri kadar yağlı değilse (portakal suyu veya bazı süt ürünleri alternatifleri gibi), daha iyi emilim için çocuklarınızın onu yağ içeren bir yemek veya atıştırmalıkla tüketmesini sağlayabilirsiniz.D Vitamini Takviyesi Gerekli Mi?Yapılan kan tahlili sonucunda çocuğunuzun D vitamini düzeyi normal aralığın altındaysa D vitamini takviyesi gerekebilir. Günlük D vitamini ihtiyacı yaşa göre değişmektedir. Genellikle çocuklarda kan değerleri 20'nin altında olduğunda D vitamini eksikliği olduğu kabul edilir. Bu konuda bir endişeniz varsa çocuk doktorunuzla görüşebilirsiniz.Çinko Bağışıklık Sistemini Güçlendirir Mi?Uzmanlar bir çocuğun bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olabilecek en önemli minerallerden birinin çinko olduğunu söyler. Çinko genellikle protein bazlı gıdalarda bulunur, kırmızı et ve kümes hayvanları en iyi çinko kaynaklarından bazılarıdır. Fasulye ve kuruyemişler de iyi bir çinko kaynağıdır ancak hayvan bazlı gıdalar daha fazla mineral sağlar.Probiyotikler Bağışıklık Sistemini Güçlendirir Mi?Bağırsaklarımız muazzam miktarda bakteri barındırıyor. Bazıları sağlıklı, bazıları değil ve probiyotikler sağlıklı ve sağlıksız bakteriler arasında daha iyi bir denge kurulmasına yardımcı oluyor. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi için çocukların beslenmesine probiyotik eklemek de çok önemlidir.Uzmanlar yoğurdun probiyotik içermesinin yanı sıra; kefir, lahana turşusu gibi fermente gıdaların da probiyotik açısından iyi bir kaynak olduğunu belirtiyor. Ayrıca elma sirkesi de probiyotikleri diyete dahil etmenin de iyi bir yoludur.Bağışıklık Sistemini Güçlendirmek İçin Uyku Önemli Mi?Vücudumuzu tazelemek ve yeniden şarj etmek için hepimizin uykuya ihtiyacı vardır ve buna çocuklar da dahildir. Bir çocuğun ihtiyaç duyduğu uyku miktarı yaşa göre değişir. Tavsiye edilen uyku süreleri bebekler için günde 12 ila 16 saat, gençler için 8 ila 10 saattir. Ayrıca bu süreler çocuktan çocuğa değişebilir, bazı çocukların diğerlerinden daha fazla uykuya ihtiyacı vardır. Yeterli uyku süresi için ekran maruziyetini sınırlandırarak sağlıklı uykuyu teşvik edebilirsiniz. Sağlıklı bir uyku düzeni için önerilen elektronik cihazların yatmadan 1-2 saat önce kapatılması ve tercihen gece yatak odasında bulundurulmamasıdır. Ayrıca düzenli bir uyku programına sadık kalmak sağlıklı uyku için önemlidir.Sağlıklı Bir Bağışıklık Sistemi İçin Egzersiz Yapılmalı Mıdır?Egzersiz bizi sağlıklı tutar ve hastalanma olasılığımızı azaltır. Bağışıklık sisteminin güçlenmesi için çocukların fiziksel olarak aktif olması çok önemlidir. Çocuklar günde bir saat fiziksel olarak aktif olmalılar. "Aktif" olmak mutlaka spor yapmak veya spor salonuna gitmek anlamına gelmez, oyun parkında oynamak ya da yürüyüşe çıkmak da fiziksel olarak aktif olmak anlamına gelir.Egzersizin fazlası bağışıklık sistemi için daha iyi değildir. Ciddi sporcu olan ve günde birkaç saat egzersiz yapan bir çocuğunuz varsa, egzersizin uykuyu kaçıran veya tükenmişliğe neden olan bir şey olmadığından emin olun. Bu durumlar bağışıklık sistemiyle ilgili sorunlara neden olabilir.Stres Bağışıklık Sistemini Nasıl Etkiler?Stresin yönetilmesi sağlıklı bir bağışıklık sistemi için çok önemlidir. Stres bağışıklık sistemini zayıflatır ve çocukları enfeksiyonlara daha yatkın hale getirir. Çocukların oyun oynamak için boş zamanları olduğundan ve onları mutlu eden etkinliklere ve insanlara erişebildiklerinden emin olun. Aile olarak birlikte zaman geçirin ve çocuklarınızın kendilerini endişelendirebilecek herhangi bir konu hakkında konuşmaları için fırsatlar yaratın. Çocuğunuzun ruh hali veya duygusal sağlığıyla ilgili endişeleriniz varsa doktorunuzla konuşun.Aşılanma Bağışıklık Sistemi İçin Önemli Midir?Aşılar bizi ve diğer insanları birçok hastalıktan korur. Çocuğunuzun sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip olması ve hastalıklardan korunması için çocukluk çağı aşılarının tam olduğundan emin olun. Çocuğunuzun aşı takvimi tam olsa da dönemsel olarak bazı aşıların yapılması gerekebilir, örneğin; grip aşısının 6 aylık veya daha büyük tüm çocuklara yıllık olarak yapılması önerilir. Aşılarla ilgili bir endişeniz varsa doktorunuzdan bu konuda ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.Bağışıklık Sistemini Güçlendirmek İçin Başka Neler Yapılabilir? Çocuğunuzun bağışıklık sisteminin güçlü olması ve hastalıklardan korunması için ailedeki herkes sağlıklı kalmaya yardımcı olacak basit önlemler alabilir. Mesela; ellerinizi düzenli olarak yıkayabilirsiniz, öksürüğünüzü ve hapşırığınızı dirseğinizle kapatabilirsiniz, hasta insanlardan mümkün olduğunca uzak durabilirsiniz, özellikle kalabalık kapalı alanlarda maske kullanabilirsiniz.Uzm. Dr. İrem Cantürk 
Devamını Oku
Kalp Hastalıkları
Yaşlılıkta Kalp Ve Damar Hastalıkları
Yaşlılıkta sık görülen kalp ve damar hastalıkları nelerdir?1-HipertansiyonHipertansiyon kan basıncının normalin üstünde olması durumudur.Yaşlılıkta damarların elastikiyetinin azalması, böbrek fonksiyonlarının azalması, hormonal dengede değişiklikler, aşırı tuz tüketimi, alkol ve sigara kullanımı, stres, aile geçmişi, obezite, diyabet, yüksek kolesterol gibi eşlik eden diğer kronik hastalıklar ve bu dönemde kullanılan bazı ilaçlar kan basıncını yükselterek hipertansiyona yani yüksek tansiyona neden olur. Hipertansiyon, kalp krizi, kalp yetmezliği ve inme riskini artırır.2-AterosklerozAteroskleroz yani yaşla birlikte damarların sertleşmesi, damarların esnekliğinin ve dolayısıyla kan akışının azalmasına neden olur. Atar damarların içinde biriken yağ, kolesterol ve diğer maddeler sonucu meydana gelen ateroskleroz zamanla ilerleyerek kalp krizi, inme ve periferik arter hastalığı gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz yapmak, sigarayı bırakmak, stres yönetimi ve düzenli sağlık kontrolleri, ateroskleroz riski azaltılabilen önlemlerdir.3-Koroner Arter HastalığıKoroner arterler, kalbe oksijen ve besin maddeleri taşıyan damarlardır, koroner arterlerin daralması, kalp kasının yeterince oksijenlenmesini engeller ve koroner arterlerin daralması ve tıkanması koroner arter hastalığına neden olur. Koroner arter hastalığının en sık nedeni aterosklerozdur.4-AritmilerKalbin atış hızının ve düzeninin bozulması anlamına gelen aritmi genellikle yaşlılıkla meydana gelen değişikliklerden kaynaklanır. Koroner arter hastalığı, kalp kası hastalıkları veya hipertansiyon gibi bazı kalp damar hastalıkları, yaşlanma, potasyum, magnezyum ve kalsiyum gibi elektrolitlerin dengesizlikleri ve bazı ilaçlar aritmilere neden olabilir.Kalp atışlarının düzensizleşmesine ve genellikle hızlı bir kalp ritmine yol açan atriyal fibrilasyon gibi bazı aritmiler, yaşlılarda yaygındır ve inme riskini artırabilir.5-Kalp yetmezliğiGenellikle kalp kasının zayıflaması veya kalp kapakçıklarının fonksiyonlarının bozulması nedeniyle kalbin yeterince kan pompalayamaması kalp yetmezliğine neden olur. Kalp yetmezliğine, kalp kapak hastalıkları, koroner arter hastalığı, hipertansiyon, kardiyomiyopatiler, aritmiler, kalp krizi ve diyabet gibi durumlar neden olur.6-Miyokard Enfarktüsü (Kalp Krizi)Miyokard enfarktüsü, kalp kasına giden kanın aniden kesilmesi sonucu kalp kasının oksijenlenmesinin bozulması ve besin maddelerini alamaması sonucu kalp kası hücrelerinin hasarlanmasıdır.Koroner arter hastalığı, hipertansiyon, obezite, diyabet, kolesterol yüksekliği, sigara içmek, fiziksel aktivite eksikliği ve kronik stres gibi kardiyovasküler hastalık riskini artıran durumlar miyokard enfarktüsüne sebep olan başlıca durumlardır.Miyokard enfarktüsü acil bir durumdur ve hemen tıbbi müdahale edilmesi gerekmektedir.7-Periferik Arter Hastalığı (PAH)Genellikle ateroskleroz nedeniyle gelişen ve kan akışının azalmasına yol açarak bacaklar, kollar ve diğer uzuvlarda ağrı, kramp ve zayıflık gibi belirtilere neden olan bir dolaşım bozukluğudur. İleri yaş, obezite, sigara kullanımı, hareketsiz yaşam şekli, hipertansiyon, yüksek kolesterol ve diyabet periferik arter hastalığı riskini artıran durumlardır.8-Kapak HastalıklarıKalpte bulunan mitral kapak, triküspit kapak, aort kapağı ve pulmoner kapağın işlevlerini yerine getirememesi, kapakların darlığı (stenoz) veya yetersizliği ile sonuçlanır. Kapakların düzgün açılıp kapanamaması kan akışını etkileyebilir.Kalp kapak hastalıklarının başlıca nedenleri arasında; doğuştan anomaliler, ateroskleroz, romatizmal ateş, bağ dokusu hastalıkları, kalp krizi ve kalp yetersizliği, enflamatuvar hastalıklar, enfektif endokardit ve ileri yaş sayılabilir.9. Aort AnevrizmasıVücudun en büyük atar damarı olan aort damarının genişlemesi veya balonlaşması sonucu oluşan, acil müdahale gerektiren ciddi bir sağlık sorunudur ve yaşlılarda daha sık görülür.Genetik faktörler, ileri yaş, sigara kullanımı ve hipertansiyon, ateroskleroz, diyabet gibi kronik hastalıklar aort anevrizması gelişimine neden olabilecek durumlardır.Yaşlılıkta kalp ve damar hastalığı riskini artıran nedenler nelerdir?1-Genetik yatkınlık (ailede kalp ve damar hastalıkları öyküsü olması)2-Yaşam tarzı (alkol, sigara, hareketsiz yaşam ve kötü beslenme)3-Eşlik eden diğer hastalıklar (diabet, obezite, böbrek hastalığı, yüksek kolesterol düzeyleri, KOAH gibi kronik hastalıklar)4-Stres5-Metabolik değişiklikler (metabolizmanın yavaşlaması sonucu vücutta kolesterol, trigliseritler ve kan şekeri seviyelerinde artış6-Hormonal değişiklikler (kadınlarda postmenapozal dönemde östrojen seviyelerindeki düşme)7-Damar duvarındaki değişiklikler (yaşlılıkla birlikte damarların esnekliğini kaybetmesi nedeniyle kan basıncının yükselmesi)Yaşlılıkta sık görülen kalp ve damar hastalığı riskini azaltmak için neler yapılmalıdır?Yaşlılıkta karşılaşılabilecek kalp ve damar hastalığı riskini azaltmak için erken dönemde önlem almak önemlidir.1-Düzenli sağlık kontrolleri               Tansiyon, kolesterol ve kan şekeri düzeyleri takip edilmelidir. Ailede kap hastalığı varlığında kontrollerin düzenli olması önemlidir.2- Düzenli egzersiz:-Aerobik-Kasları çalıştırarak güç ve dayanıklılığı artıran direnç antrenmanları (ağırlık çalışma)-Esneme hareketlerikalp ve damar sağlığını koruyan egzersizlerdir.3- Sağlıklı beslenme:              -Lif açısından zengin (tam tahıllar, meyve, sebze ve baklagiller), sağlıklı yağlar (zeytinyağı, avokado, fındık yağı), balık ve deniz ürünleri (omega-3 içeren somon, sardalya gibi yağlı balıklar), düşük yağlı süt ürünleri tüketmek,-Tatlılar, şekerli içecekler ve işlenmiş gıdalardan kaçınmak, tuz alımını kısıtlamak kalp sağlığını korumaya katkı sağlayabilir.4- Kilo kontrolü              Vücut kitle indeksi (BMI) ve bel çevresi ölçümleri düzenli olarak takip edilmelidir.5- Sigara ve aşırı alkol tüketiminden kaçınmaSigara, kalp krizi ve inme riskini önemli ölçüde artırır.Aşırı alkol tüketimi, hipertansiyon, obezite, kalp krizi ve felç riskini artırır. Alkol bazı ilaçlarla etkileşime girerek ilaçların etkisini azaltabilir veya yan etkilerini artırabilir.6-Stresle başa çıkma              Yoga, meditasyon, nefes egzersizleri yapmak, sosyal aktivitelere katılmak ve hobiler edinmek ruh sağlığı ve dolayısıyla kalp ve damar sağlığı üzerinde olumlu etkiler sağlar.7- Uyku düzeni              Günde ortalama 8 saat uyku sağlıklı bir vücut için önemlidir, yetersiz veya düzensiz uyku, kalp hastalığı riskini artırabilir. 6 saatten az uyku, yüksek tansiyon, diyabet, obezite ve kalp hastalığı riskini artırabilir. Uyku apnesi varsa tedavi edilmesi önemlidir.8-İlaç kullanımının düzenlenmesiHipertansiyon, diyabet ve kolesterol yüksekliği olan kişilerin ilaçlarını düzenli kullanması, ilaçdozlarının ayarlanması, gerekli durumlarda aspirin gibi kan sulandırıcılar kullanması kalp ve damar sağlığı için önemlidir.Kalp ve damar hastalıkları hangi cinsiyette daha fazla görülür?Kalp ve damar hastalıkları kadınlarda daha fazla görülmektedir.Kadın koroner damarlarının daha ince ve yapısının daha kırılgan olması, menapoz döneminde östrojen seviyelerinin düşmesi, menapoz sonrası ateroskleroz riskinin yükselmesi, sosyal ve ailevi sorumluluklar nedeniyle daha fazla stres altında olmaları gibi nedenler bu hastalıkların kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmesinin nedenlerindendir.Yaşlılıkta kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde izlenen yollar nelerdir?Yaşlılıkta kalp ve damar hastalıklarının tedavisi, bireyin genel sağlık durumuna, hastalığın türüne, ciddiyetine bağlı olarak değişiklik gösterir. Yaşlılıkta kalp ve damar hastalıkları tedavisinde, multidisipliner bir yaklaşımda bulunmak gerekir.-        Düzenli sağlık kontrolleri, tedavi planlarının düzenlenmesi ve kan tahlilleri sağlığın kontrol altında tutulmasını sağlayan önlemlerdir.-        Fiziksel aktivite, diyet, sigaranın bırakılması, alkol alımının azaltılması gibi yaşam tarzı değişiklikleri, kilo kontrolü ve stres yönetimi hastalığın ilerlemesini durdurmaya ve risk faktörlerini azaltmaya yardımcı olabilir.-        İlaç tedavileri, antihipertansifler, kalp yetmezliği ilaçları, kan sulandırıcılar, kolesterol düşürücüler, diyabet ilaçları kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde kullanılan riski azaltmaya yönelik belli başlı ilaçlardır.-        Tıkanmış veya daralmış koroner damarların genişletilmesini sağlayan koroner anjiyoplasti ve stent uygulamaları, tıkanmış damarın etrafında alternatif bir yol oluşturulmasını sağlayanbypass ameliyatları ve hasarlı kapakları onarmayı amaçlayan kalp kapak cerrahisi bu hastalıkların tedavisinde uygulanan cerrahi yöntemlerdir.-        Stres yönetimi ve psikososyal destek yaşlı bireylerin genel sağlık durumunun iyileştirilmesinde önemli prosedürlerdir.Dr. Nilgün Duman
Devamını Oku
Faydalı Bilgiler
Böbrek Taşları Nedir Ve Nasıl Oluşurlar?
Böbrek taşlarının başlıca belirtileri nelerdir?*Böbrek taşlarının en yaygın belirtisi aniden başlayan ve şiddetli olabilen yan ağrısıdır. Ağrı, taşın böbrekten üretere doğru hareket etmesiyle oluşur ve sıklıkla kasıklara kadar yayılır. Diğer yaygın belirtiler şunlardır:●      Bulantı ve kusma●      İdrarda kan görülmesi (hematuri)●      İdrar yaparken yanma hissi●      Sık idrara çıkma ihtiyacı●      Ateş ve titreme (eğer enfeksiyon da eşlik ediyorsa)Böbrek taşları nasıl teşhis edilir?*Böbrek taşlarının teşhisi genellikle hastanın şikayetleri ve fizik muayene ile başlar. Kesin teşhis için çeşitli testler yapılabilir:●      İdrar tahlili: İdrarda kan olup olmadığını ve enfeksiyon belirtilerini gösterebilir.●      Radyolojik görüntüleme: Böbrek taşlarının yeri ve büyüklüğünü belirlemek için bilgisayarlı tomografi (BT) veya ultrasonografi gibi yöntemler kullanılır.●      Kan testleri: Böbrek fonksiyonlarını değerlendirmek ve vücutta taş oluşumuna neden olabilecek kimyasal dengesizlikleri saptamak için yapılır.Böbrek taşları neden oluşur?*Böbrek taşlarının oluşumunda birçok faktör rol oynar. Bunlar arasında yetersiz sıvı alımı, aşırı tuz ve protein tüketimi, genetik yatkınlık ve bazı metabolik bozukluklar yer alır. Özellikle sıcak iklimlerde yaşayan ve yeterince su içmeyen kişilerde taş oluşumu daha sık görülür. Ayrıca kalsiyum ve oksalatın aşırı miktarda birikmesi de taş oluşumuna yol açabilir.Böbrek taşı türleri nelerdir?*Böbrek taşları, kimyasal bileşimlerine göre farklı türlere ayrılır. Başlıca böbrek taşı türleri şunlardır:Kalsiyum taşları: Kalsiyum taşları böbrek taşlarının en yaygın türüdür ve tüm böbrek taşlarının yaklaşık %75'ini oluşturur. Bu taşlar genellikle kalsiyum oksalat veya kalsiyum fosfattan oluşur. Kalsiyum taşları, yüksek kalsiyum emilimi (bağırsaklardan aşırı kalsiyum emilimi veya hiperkalsiüri) ya da böbreklerin kalsiyumu geri emmede yetersiz kalması nedeniyle oluşabilir. Tedavi, diyet değişiklikleri (düşük protein ve düşük tuz), kalsiyum bağlayıcı ilaçlar ve tiazid diüretiklerle yapılır.Strüvit taşları: Strüvit taşları, genellikle idrar yolu enfeksiyonları ile ilişkilidir ve böbrek taşlarının %15'ini oluşturur. Gram-negatif ve üreaz pozitif bakteriler (Proteus, Pseudomonas, Klebsiella) tarafından üre parçalanarak amonyak oluşur ve bu da fosfat ve magnezyum ile birleşerek taşları oluşturur. İdrar yolu enfeksiyonları tedavi edilmedikçe bu taşlar büyümeye devam edebilir. Tedavi, taşın cerrahi olarak çıkarılmasını ve enfeksiyonun tedavi edilmesini içerir.Ürik asit taşları: Bu taşlar, idrarda yüksek ürik asit seviyeleri ve düşük idrar pH'ı (5.5'in altında) ile ilişkilidir. Yüksek pürin içeren gıdalar (organ etleri, balık, baklagiller) ürik asit taşlarının oluşumuna katkıda bulunabilir. Gutta görülen bu taşlar, böbrek taşlarının yaklaşık %6'sını oluşturur. Tedavi, allopurinol ve alkali tedavisi ile yapılır.Sistin taşları: Nadiren görülen bu taşlar (%2), genetik bir metabolik bozukluktan kaynaklanır. Sistin, ornitin, lizin ve arjininin böbrek tübülleri tarafından emilmemesi sonucu sistin idrarda birikir ve kristaller oluşturur. Tedavi olarak düşük metiyonin diyetleri, sistin bağlayıcı ilaçlar ve bol su tüketimi önerilir.Taşın kimyasal bileşimi ve metabolik değerlendirme, hastaların %95’inde böbrek taşının nedenini ortaya çıkarabilir. Serum ve 24 saatlik idrar testleri kullanılarak yapılan bu değerlendirme, hastanın tedavi planını kişiselleştirmeye yardımcı olur. Spesifik tedavi yöntemleriyle, taşların yeniden oluşma olasılığı %90'a kadar azaltılabilir. Örneğin, kalsiyum taşlarına yatkın olan kişilerde diyet değişiklikleri ve ilaç tedavisi ile tekrarlama oranları büyük ölçüde düşürülebilir.Taşların analiz edilmesi ve metabolik değerlendirme, özellikle tekrarlayan taşları olan hastalarda, tek böbreği olanlarda, daha önce taş ameliyatı geçirenlerde ve çocuklarda ürolojik takip açısından hayati önem taşır. Bu nedenle taş tedavisinde uzun vadeli takip ve kişiye özel önleyici tedavi yöntemleri çok önemlidir.Böbrek taşlarının tedavi yöntemleri nelerdir?*Böbrek taşlarının tedavisi, taşın boyutuna ve konumuna bağlı olarak değişir. Küçük taşlar genellikle bol sıvı tüketimi ile kendiliğinden vücuttan atılabilir. Ancak daha büyük taşlar tıbbi müdahale gerektirebilir. Tedavi seçenekleri şunlardır:●      Ağrı kesici ilaçlar: Küçük taşların doğal yollarla geçmesi sağlanırken ağrıyı hafifletmek için kullanılır.●      Ekstrakorporeal şok dalga tedavisi (ESWL): Taşları kırarak küçük parçalara ayırmak ve idrar yoluyla atılmalarını sağlamak için kullanılan bir yöntemdir.●      Üreteroskopi: Üretere yerleştirilen ince bir tüp yardımıyla taşın çıkarılmasıdır.●      Perkütan nefrolitotomi: Büyük taşlar için yapılan cerrahi bir işlemdir; böbreğe küçük bir kesi yapılarak taşlar çıkarılır.Böbrek taşları tekrar oluşabilir mi?*Evet, bir kez böbrek taşı oluşan kişilerde taşın tekrarlama olasılığı yüksektir. Taşların oluşumunu engellemek için doktorlar genellikle bol su içilmesini, tuz ve protein alımının azaltılmasını önerirler. Ayrıca taşın türüne bağlı olarak bazı ilaçlar da reçete edilebilir.Böbrek taşları ne zaman acil tıbbi müdahale gerektirir?*Eğer şiddetli yan ağrısı, bulantı, kusma, idrarda kan, ateş veya idrar yapamama gibi belirtiler yaşıyorsanız, acilen bir doktora başvurmalısınız. Bu belirtiler taşın idrar yolunu tamamen tıkadığını ve enfeksiyon gelişmiş olabileceğini gösterir.Böbrek taşlarının doğal yollarla önlenmesi mümkün mü?*Böbrek taşlarının önlenmesi için en etkili yöntem bol sıvı tüketmektir. Günde en az 2-3 litre su içmek, idrarın seyrelmesine ve taş oluşumunun önlenmesine yardımcı olabilir. Ayrıca tuz ve hayvansal protein alımını azaltmak da taş riskini düşürebilir. Taş oluşumuna yatkın olan kişiler, doktorlarının önerdiği ilaçları düzenli olarak kullanmalıdır.Hangi taşlar ameliyat gerektirir?*Genellikle 7 mm'den büyük taşlar doğal yollarla atılamaz ve cerrahi müdahale gerektirir. Cerrahi yöntemler arasında üreteroskopi, perkütan nefrolitotomi veya nadiren açık ameliyat yer alır. Taşın büyüklüğü ve konumu cerrahi yöntem seçiminde etkilidir.Böbrek taşları oluşumunda genetik faktörler önemli midir?*Evet, genetik yatkınlık böbrek taşı oluşumunda önemli bir rol oynayabilir. Aile geçmişinde böbrek taşı bulunan kişilerde taş oluşma riski daha yüksektir. Genetik bozukluklar, metabolik hastalıklar ve bazı kalıtsal durumlar böbrek taşı riskini artırabilir.Böbrek taşı düşerken neden bu kadar şiddetli ağrıya neden olur?*Böbrek taşları, üreter adı verilen ince tüplerden geçerken şiddetli ağrıya neden olur. Bu ağrı, üreterin taşın geçişine karşı gösterdiği kasılmalar ve genişleme nedeniyle oluşur. Taşın üreterdeki hareketi ve idrar akışını tıkaması sonucu basınç artışı olur, bu da şiddetli ağrıya yol açar. Böbrek taşlarının neden olduğu ağrıya "renal kolik" denir ve bu ağrı dalgalar halinde hissedilir.Böbrek taşlarının oluşumunda beslenme nasıl bir rol oynar?*Beslenme alışkanlıkları böbrek taşı riskini artırabilir. Özellikle yüksek protein, tuz ve şeker içeren diyetler böbrek taşı oluşumuna neden olabilir. Hayvansal proteinlerin aşırı tüketimi ürik asit taşlarının oluşumunu artırabilirken, tuz ise idrarda kalsiyum miktarını artırarak kalsiyum bazlı taşların oluşmasına zemin hazırlar. Ayrıca, oksalat açısından zengin yiyecekler (ıspanak, çikolata, çay gibi) da böbrek taşı riskini artırabilir.Böbrek taşlarının oluşumunu önlemek için neler yapılabilir?*Böbrek taşlarını önlemek için bol sıvı tüketmek ve idrarın seyreltilmesini sağlamak ilk adımdır. Bunun yanı sıra aşağıdaki öneriler de taş oluşumunu engellemeye yardımcı olabilir:●      Diyetinizi düzenleyin: Hayvansal protein alımını azaltın ve aşırı tuz tüketiminden kaçının.●      Oksalat içeren yiyecekleri sınırlayın: Ispanak, çikolata, ceviz gibi oksalat açısından zengin yiyeceklerin aşırı tüketiminden kaçının.●      Kalsiyum alımını dengeli tutun: Çok fazla veya çok az kalsiyum tüketimi taş riskini artırabilir. Kalsiyum alımını dengede tutmak önemlidir.●      Doktorunuzun önerdiği ilaçları kullanın: Eğer böbrek taşı geçmişiniz varsa, doktorunuz taş oluşumunu engellemek için ilaç önerebilir.Böbrek taşları neden tekrarlama eğilimindedir?*Böbrek taşları genetik yatkınlık, metabolik sorunlar ve yaşam tarzı faktörleri nedeniyle tekrarlama eğilimindedir. Taş oluşumuna neden olan koşullar (örneğin, yetersiz sıvı alımı, dengesiz diyet) düzeltilmediği sürece taşların tekrarlama riski yüksektir. Bir kez böbrek taşı geçiren kişiler, gelecekte tekrar taş geliştirme olasılığına sahiptirler, bu nedenle koruyucu önlemler almak önemlidir.Büyük taşlar nasıl tedavi edilir?*Büyük böbrek taşları (genellikle 7 mm'den büyük) kendiliğinden geçemeyeceği için genellikle cerrahi müdahale gerektirir. Tedavi seçenekleri şunlardır:●      ESWL (Ekstrakorporeal Şok Dalga Tedavisi): Taşları parçalayarak küçük parçalara ayıran bir yöntemdir.●      Üreteroskopi: Bir kamera ve lazer yardımıyla taşın çıkarılması veya parçalanması işlemidir.●      Perkütan nefrolitotomi: Büyük taşlar için kullanılan bir cerrahi yöntemdir. Böbrekte küçük bir kesi yapılarak taşlar çıkarılır.Dr. Yağmur Yıldırım Şamhal
Devamını Oku
Faydalı Bilgiler
Arpacık
Arpacık Nedir?En yaygın sebep, Staphylococcus Aureus adlı bir bakteridir. Yağ bezlerinin tıkanmasıyla başlayan ve daha sonra enfeksiyona sebep olan hordeolum, arpacık olarak ifade edilir. Arpacık genellikle göz kapağının hem iç hem dış tarafında gelişir ve çoğunlukla tek bir gözde meydana gelir.Arpacık Nasıl Oluşur?Arpacık oluşumunun sebebi, göz kapağındaki yağ bezlerinin tıkanması ve sonrasında bezlerin enfekte olmasıdır. Bu tıkanıklık, ölü deri hücreleri, kir ve yağ birikimlerinden oluşur. Temizlik eksikliği, kirli el ile gözlere temas etmek de bu durumu arttırabilir. Göz makyajının düzenli temizlenmemesi, eski ve kullanılmış kirli malzemelerin kullanılması arpacık oluşma riskini arttıran sebepler arasındadır. Ek olarak bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde enfeksiyonlara yatkınlık daha fazladır. Stres, yorgunluk ve uykusuzluk gibi faktörler de arpacık riskini artırabilir.Arpacık Türleri nelerdir?İki tür arpacık vardır:Dış arpacık: Çoğunlukla kıl kökünde oluşan iltihap sonucu oluşur. Kirpik dibinde başlar ve sivilce görünümündedir.İç arpacık: Göz kapağı içinde görülen arpacıktır. Çoğunlukla göz kapağında yer alan yağbezlerinden birinde enfeksiyon oluşması sonucu gerçekleşir.Arpacık Belirtileri Nelerdir?Arpacığın belirtileri oldukça nettir ve hızla fark edilir. Başlıca belirtiler şunlardır :Göz kapağı üzerinde kırmızı, ağrılı ve şiş bir yumruGözde sulanmaYanma ve hassasiyet hissiKaşıntı ve batmaIşığa duyarlıkEnfeksiyonun ilerlemesi ve arpacığın çok büyümesi durumunda, görme problemleriBu belirtiler genellikle birkaç gün içinde ortaya çıkar ve arpacık, içindeki iltihabın dışarı akabilmesi için zamanla patlar. Bu durum, enfeksiyonun gerilemesine ve hissedilen ağrının azalmasına yardımcı olur. Genellikle birkaç gün süren arpacık bazı durumlarda daha uzun sürebilir ve mutlaka bir hekim tarafından izlenmelidir.Arpacık Tedavi Edilmezse Ne Olur?Arpacık çoğunlukla birkaç gün içinde kendiliğinden iyileşebilen veya basit yöntemlerle tedavi edilebilen bir durumdur. Ancak gerekli önlemler alınmadığında tedavi geciktirildiğinde veya yanlış yöntemler uygulandığında olumsuz sonuçlara neden olabilir. Başlıca olumsuz sonuç enfeksiyonun ilerlemesi ve yayılmasıdır. Bu durumu bazı örneklerle detaylandırabiliriz;İltihaplanma ve büyüme: Tedavi edilmediğinde enfeksiyon ilerleyerek iltihaplı bir lezyona dönüşebilir. Bu durum şişkinlik ve ağrının artmasına sebep olabilir.Göz kapaklarının daha fazla enfekte olması: Eğer arpacık tedavi edilmezse, göz kapağı kenarı veya içi daha fazla iltihaplanabilir, enfeksiyon tüm göz kapağına yayılabilir. Bu durum yaygın kızarıklık ve/veya şişlik olarak kendini gösterir.Kronik arpacık: Tedavi edilmeyen veya yanlış tedavi edilen arpacık tekrarlayan enfeksiyonlar veya kronik,uzun süre iyileşmeyen lezyona dönüşebilir. Bu durum cerrahi tedaviyi de gerektirebilir.Enfeksiyonun diğer göze sıçraması: Arpacık tedavi edilmediğinde, gereken önlemler alınmayarak hijyene dikkat edilmediğinde, enfekte gözün ovuşturulup eller yıkanmadan diğer göze dokunulmasıyla kontaminasyon gerçekleşir ve enfeksiyon sağlıklı göze de sıçramış olur.Etkilenen gözün enfekte olması: Nadiren, tedavi edilmeyen bir arpacık daha ciddi bir göz enfeksiyonuna yol açabilir. Bu durumda, görme sorunları riski artar.Bu nedenlerle, arpacık belirtileri fark edildiğinde veya şiddetlenmeye başladığında bir göz doktoruna veya bir sağlık profesyoneline başvurmak önemlidir.Arpacık Nasıl Tedavi Edilir?Arpacık genellikle evde uygulanabilecek basit yöntemlerle tedavi edilebilen masum bir durumdur. Ancak müdahale edilmeden bırakıldığında çevre dokulara ve diğer göze yayılabilir. Evde uygulanabilecek bazı tedaviler şunlardır:- Sıcak Kompres Uygulamak: Göz kapağına günde birkaç kez 5-10 sn ararlıklarla toplamda 10-15 dakika sıcak kompres uygulamak tıkalı olan yağ bezlerini ve kirpik diplerini yumuşatarak açılmasını ve iltihabın dışarı akmasını sağlar.- Hijyen: Tedavi süresince gözleri temiz tutmak ve göz makyajından kaçınmak iyileşme sürecini hızlandırabilir. Eller sık sık yıkanmalı ve gözlere dokunmadan önce temiz olmasına dikkat edilmelidir. Gözler göz çevresi için özel üretilmiş şampuanlarla veya bebek şampuanıyla temizlenebilir.- Antibiyotikler: Gerekli durumlarda doktor önerisiyle antibiyotikli damla veya merhem kullanılabilir.- Ağrı Kesiciler: Gözdeki ağrıyı hafifletmek için doktorunuzun önereceği ağrı kesiciler kullanılabilir.Arpacık Nasıl Önlenir?Arpacık oluşumunu önlemek için bazı basit ama etkili önlemler alınabilir:- Kişisel Hijyen: Elleri düzenli olarak yıkamak ve kirli ellerle gözlere dokunmaktan kaçınmak önemli bir koruma yöntemidir.- Makyaj Malzemelerinin Temizliği: Göz makyajı fırçaları ve diğer makyaj malzemeleri düzenli olarak temizlenmeli ve son kullanma tarihlerine dikkat edilmelidir. Makyaj malzemeleri kişiye özel olmalı ve asla başka biriyle paylaşılmamalıdır . Makyaj ürünlerinde bu hijyen kurallarına dikkat etmemek enfeksiyon riskini artırabilir.- Kontakt Lens Bakımı: Kontakt lensler kullanılıyorsa, bunların hijyen kurallarına uygun şekildetemizlenmesi ve doğru kullanılması gerekir. Gün sonunda lensler mutlaka çıkarılmalı, öncesinde eller yıkanmalıdır. Muhafaza edilen lens kutularının hijyenine özen gösterilmeli, düzenli aralıklarla da yenilenmelidir. Kontakt lens ve lens solüsyonu son kullanma tarihleri aşılmamalıdır.- Bağışıklık Sistemini Dengede Tutmak: Düzenli uyku, sağlıklı beslenme ve stresten uzak durmak, bağışıklık sistemini güçlendirerek diğer enfeksiyonlarda olduğu gibi arpacık oluşumunu da engelleyebilir.Arpacık ve Şalazyon Farkı Nedir?Arpacık ve şalazyon, göz kapağında oluşan iki farklı problemdir. Arpacık, genellikle enfekte olmuş ve ağrılı bir yumru olarak kendini gösterirken, şalazyon genellikle ağrısızdır ve daha çok göz kapağının iç tarafında yer alır. Şalazyon, tıkanmış bir yağ bezinden kaynaklanır ve bazen gözde baskı yaparak daha rahatsız edici hale gelebilir. Arpacık birkaç gün içinde iyileşirken, şalazyon daha uzun sürebilir ve cerrahi müdahale gerektirebilir.Arpacık Çıkma Riskini Artıran Faktörler Nelerdir?Arpacık riskini artıran faktörler arasında şunlar sayılabilir:- Zayıf Bağışıklık Sistemi: Bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler enfeksiyonlara karşı daha hassastır. Yetersiz ve dengesiz beslenme, stres, yorgunluk ve uykusuzluk gibi durumlar da bağışıklık sistemini zayıflatabilir.- Göz Hijyenine Dikkat Etmeme: Gözleri temiz tutmamak, makyajı temizlememek ya da kirli ellerle gözlere dokunmak arpacık riskini artırır.- Kontakt Lenslerin Yanlış Kullanımı: Lenslerin temizliğine ve hijyenine özen gösterilmemesi göz enfeksiyonlarına zemin hazırlayabilir.- Cilt Problemleri: Akne, rosacea gibi cilt problemleri de gözdeki yağ bezlerini etkileyerek arpacık riskini artırabilir.- Kronik hastalıklar: Diyabet başta olmak üzere, kronik hastalık öyküsü de arpacık riskini arttırır.- Daha önce arpacık, şalazyon veya blefarit geçirmiş olmakArpacık Cerrahi Müdahale Gerektirir mi?Çoğu arpacık vakası evde uygulanan yöntemlerle iyileşse de, bazı durumlarda doktor müdahalesi gerekebilir. Arpacık çok büyükse, uzun süre geçmiyorsa veya sık sık tekrarlıyorsa, görme problemlerine yol açtıysa küçük bir cerrahi işlemle iltihap boşaltılabilir. Bu işlem genellikle lokal anestezi altında yapılır ve hızlı bir iyileşme süreci vardır.Arpacık Hakkında Yanlış Bilinenler nelerdir?Arpacık hakkında toplumda bazı yanlış inançlar da vardır. Örneğin, arpacığın yalnızca hijyeneksikliğinden kaynaklandığı düşünülse de, aslında bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde de arpacık çıkma riski yüksektir.Sonuç olarak,Arpacık, çoğu durumda ciddi bir sağlık sorunu oluşturmasa da, ağrılı ve rahatsız edici bir durum olabilir. Göz hijyenine dikkat ederek ve basit ev tedavi yöntemlerini uygulayarak arpacığın daha hızlı iyileşmesini sağlayabilirsiniz. Eğer arpacık uzun süre devam ederse ya da görme problemlerine yol açarsa, mutlaka bir sağlık profesyoneline başvurulmalıdır. Arpacık, genellikle birkaç gün içinde kendiliğinden iyileşir ancak bazı durumlarda tedavi gerekebilir. Göz sağlığınıza özen göstererek ve hijyen kurallarına dikkat ederek arpacık riskini en aza indirebilirsiniz.Dr. Nur Hilal Eriş
Devamını Oku
Beslenme
Obezite Nedir?
Obezite Nedir?Sağlıklı bir yaşam için alınan enerjiyle harcanan enerji arasında denge olmalıdır. Bu denge alınan enerji lehine dönerse obezite açısından risk oluşturur.Boy ve kiloya dayalı vücut yağ oranının (vücut kitle endeksi) 30 ve üzeri olması durumunda da obezite olarak tanımlanır. Vücut kitle indeksi veya diğer adıyla boy kilo endeksi, bireyin vücut ağırlığının (kg cinsinden), boy uzunluğunun (metre cinsinden) karesine (BKI=kg/m2) bölünmesiyle elde edilen bir değerdir.Vücut kitle endeksine göre kilo tanımlamaları:Düşük Kilolu:18.5'dan az.Sağlıklı aralık: 18,5 ila 24,9.Fazla kilolu: 25 ila 29.9.Obezite: 30-39.9.Morbid obezite: 40’ın üzerinde.Obezite tanımlamalarında vücut kitle endeksi dışında bel çevresi ölçümleri, bel kalça oranı hesaplamaları, vücutta yağ ve kas dokusu oranlarının hesaplanması obezite riskinin değerlendirilmesinde oldukça önemlidir. Yine yaşa ve cinsiyete göre detaylı vücut kitle endeksi hesaplamaları daha sağlıklı sonuçlar verir.Yaştan bağımsız olarak vücut yağ oranının erkeklerde % 25; kadınlarda ise % 30'un üzerine çıkması obezite riski ile ilişkilendirilir. Yine tek başına bel çevresi ölçümünün erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm ve üzerinde olması hastalık riski ile ilişkilidir. DSÖ’ne göre bel/kalça oranı kadınlarda 0.85’den ve erkeklerde ise 1.0’den fazla ise android tip obezite olarak kabul edilmektedir.Çocuklarda büyüme ve gelişme yaşa boya ve kiloya göre hesaplanan persantil eğrileriyle belirlenir. Obezite tanımlamasında ve sağlık sorunlarında bu büyüme ve gelişme grafikleri bize yardımcı olur.Vücut kitle endeksi bizim sağlıklı olup olmadığımız hakkında kesin bir bilgi vermez, obezite riski açısından bir tanımlama yapmaya yarayan bir hesaplamadır.OBEZİTE NEDENLERİ NELERDİR?Obezite oluşumuna neden olan başlıca risk faktörlerini şöyle sıralayabiliriz;Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıklarıYetersiz fiziksel aktiviteYaşCinsiyetEğitim düzeyiSosyo –kültürel etmenlerGelir durumuHormonal ve metabolik etmenlerGenetik etmenlerPsikolojik problemlerSık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulamaSigara- alkol kullanma durumuKullanılan bazı ilaçlar (antideprasanlar, antipsikotik ilaçlar vb.)OBEZİTE İLE İLİŞKİLİ HASTALIKLAR NELERDİR?Obezite birçok kronik hastalık için risk faktörü olarak sayılmaktadır.Tip 2 DiyabetMetabolik sendrom, insülin direnci gelişimiHipertansiyonKoroner arter hastalığıHiperlipidemi, hiperkolesterolKas-iskelet sistemi problemleriKaraciğer ve Safra kesesi hastalıklarıBazı kanser türleri (kadınlarda safra kesesi, endometriyum, yumurtalık ve meme kanserleri, erkeklerde ise kolon ve prostat kanserleri)Serebrovasküler hastalıklar riskinde artış, inme riskinde artışObstrüktif Uyku Apnesi SendromuAstımErkeklerde infertilite Menstruasyon düzensizlikleriYeme bozuklukları ve anksiyete gibi psikiyatrik problemlerToplumsal uyumsuzluklar ve özgüven problemleriMetabolik sendrom, insülin direnci gelişimiOBEZİTE TEDAVİSİ NELERDİR?Obezitede esas tedavi obeziteden korunmaktır ve bu korunma yöntemleri çocukluk çağlarında başlamalıdır. Özellikle çocukluk çağlarında beslenme, günlük alınan ve harcanan kalori dengesi, uyku alışkanlıkları çocuklara küçük yaşlarda kazandırılmalıdır. Çocukluk çağında özellikle adolesan dönemde fazla kilolu veya obez olarak tanımlanan çocuklar çok erken yaşlarda ciddi sağlık problemleriyle karşılaşabilirler.Obezite tedavisinde amaç günlük kalori alımının kısıtlanması ve egzersiz temellidir. Tedavi seçenekleri; günlük hayatta bazı davranışsal değişikliklerle birlikte diyet, egzersiz, ilaç tedavisi ve cerrahi yöntemler olarak sıralanır.KİLO VERME ÖNERİLERİ :-Kilo vermede esas amaç günlük alınan kaloriyi düşürmektir. Hedef VKİ 18,5- 24,9 arasında tutmaktır. Diyet bireye özgü olarak planlanmalıdır. Gerekli vücut ölçümleri yapıldıktan sonra bir beslenme uzmanı yardımıyla günlük alınan kalori miktarı ve öğünler hesaplanmalıdır.-Diyet yapılmadan önce mutlaka risk faktörleri de göz önünde bulundurularak bireylerin hipertansiyon, diyabet, tiroit hormon bozuklukları gibi hastalıklar açısından taranıp tedavi süreçleri de göz önüne alınarak diyet programları oluşturulmalıdır.-Çok kısa sürede hızlı kilo vermeyi hedefleyen diyetlerden ziyade uzun vadede sağlıklı bir şekilde kilo verilmesi hedeflenen ve sürekliliği olan diyet programları tercih edilmelidir.-Günlük su tüketimi yeteri kadar olup, tuz ve şeker alımı kısıtlanmalı, şekerli ve tatlandırıcı içecekler, doymuş ve trans yağlardan zengin yiyecekler, ambalajlı ürünler diyetten çıkarılmalıdır.- Alkol alımından uzak durulmalıdır.- Yemek yeme alışkanlıkları değiştirilip az porsiyonla daha çok tokluk sağlayacak besinler tüketilmeli, eğer hızlı yemek yeme alışkanlığı varsa da yavaş yeme alışkanlığı kazanılmalıdır.-Kilo vermede egzersiz de çok önemlidir; fakat obez bireylerin egzersiz yaparken ki yaralanma riski en aza indirilmelidir ve egzersiz programı bireye özgü olmalı, günlük alışkanlıklarına uygun olmalıdır.-Egzersizde hedef her gün ortalama 30-40 dk kadar orta şiddette egzersiz olarak tanımlanabilir.-Egzersiz planlanması yapılırken eğer var ise ek hastalık durumu da göz önüne alınarak egzersiz programı hazırlanmalıdır.- Diyet ve egzersiz dışında davranışsal olarak bireyin durumu kabullenmesi ve kilo verme konusunda kararlı olması gerekmektedir. Diyet programlarına ödül konması gibi bazı motive edici yöntemler kilo verme süresince uygulanabilir. Günlük aktivitelerin değişmesi, yeme içme alışkanlıkların değişmesi bazı psikososyal durumlara yol açabilir, başa çıkılmayan durumlarda psikososyal destek alınabilinir.- Kilo vermeye neden olan ilaç kullanımını bireyler kendileri karar vermemelidir, mutlaka bu gibi durumlarda bir doktora danışımalıdır.- Diyet ve egzersizin yeterli olmadığı kilo verememe durumlarında obezite cerrahisi düşünüen hastalar da mutlaka bir doktorla görüşmelidir.Dr. Hasan Ali Baş
Devamını Oku
Kalp Hastalıkları
Tansiyon Nedir Ve Nasıl Kontrol Altına Alınır?
Tansiyon Nedir?Tansiyon, kalbin kasılarak damarlara kan pompalaması sırasında oluşan basınçtır. İki temel değerden oluşur:Sistolik Basınç (Büyük Tansiyon): Kalbin kasılması sırasında damar duvarlarına yapılan baskıdır.Diyastolik Basınç (Küçük Tansiyon): Kalp kası gevşediğinde damar duvarlarına yapılan baskıdır.Normal Tansiyon Değerleri Nelerdir?Normal tansiyon değerleri genel olarak aşağıdaki gibidir:-Sistolik Basınç: 100-140 mmHgDiyastolik Basınç: 60-100 mmHgBu değerler yaşa, cinsiyete ve genel sağlık durumuna göre farklılık gösterebilir.Yüksek Tansiyon (Hipertansiyon) Nedir?Yüksek tansiyon, sistolik basıncın 140 mmHg'dan veya diyastolik basıncın 90 mmHg'dan yüksek olduğu durumları ifade eder. Hipertansiyon, uzun vadede kalp krizi, felç ve böbrek hastalıklarına yol açabilir.Düşük Tansiyon (Hipotansiyon) Nedir?Düşük tansiyon, sistolik basıncın 90 mmHg'nın, diyastolik basıncın ise 60 mmHg'nın altında olduğu durumlardır. Hipotansiyon genellikle baş dönmesi, bayılma, yorgunluk gibi belirtilerle kendini gösterir.Yüksek Tansiyonun Belirtileri Nelerdir?Yüksek tansiyon genellikle sessiz bir hastalık olarak bilinir. Ancak bazı durumlarda aşağıdaki belirtiler görülebilir:- Baş ağrısı- Nefes darlığı- Göğüs ağrısı- Çarpıntı- Görme bozuklukları- Kulaklarda çınlamaTansiyon Neden Yükselir?Yüksek tansiyonun pek çok nedeni olabilir:Genetik Yatkınlık: Ailede hipertansiyon öyküsü olması.Yaşam Tarzı: Yüksek tuz tüketimi, düzensiz beslenme, hareketsizlik, sigara ve alkol kullanımı.Stres: Kronik stres tansiyonun yükselmesine neden olabilir.Yaşlanma: Yaş ilerledikçe damarlar sertleşir ve tansiyon yükselir.Obezite: Fazla kilo, kan basıncının artmasına neden olabilir.Düşük Tansiyonun Belirtileri Nelerdir?Düşük tansiyonun en sık görülen belirtileri şunlardır:- Baş dönmesi- Bayılma- Mide bulantısı- Yorgunluk- Soğuk terleme- Konsantrasyon güçlüğüTansiyonu Kontrol Altına Almak Neden Önemlidir?Tansiyon kontrol altında tutulmadığında birçok sağlık problemi ortaya çıkabilir:Kalp Krizi: Yüksek tansiyon, kalbin daha fazla çalışmasına neden olarak kalp krizi riskini artırır.Felç: Beyne giden damarların hasar görmesi felce yol açabilir.Böbrek Hastalıkları: Yüksek tansiyon böbreklere zarar vererek böbrek yetmezliği riskini artırır.Tansiyon Nasıl Ölçülür?Tansiyon bir tansiyon aleti ile ölçülür. Kolun üzerine takılan bir manşon yardımıyla kan basıncı ölçülerek sistolik ve diyastolik değerler elde edilir. Tansiyon ölçümü yapılırken dinlenmiş bir şekilde olunmalı ve doğru tekniklerle ölçüm yapılmalıdır.Yüksek Tansiyon Nasıl Tedavi Edilir?Yüksek tansiyon tedavisinde ilaçlar ve yaşam tarzı değişiklikleri birlikte uygulanır. Bazı tedavi yöntemleri şunlardır:Diyet Düzenlemesi: Düşük tuzlu, yağsız ve sağlıklı besinler tercih edilmelidir. Potasyum, kalsiyum ve magnezyum yönünden zengin besinler kan basıncını düzenlemeye yardımcı olabilir.Düzenli Egzersiz: Haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz yapılmalıdır. Yürüyüş, yüzme ve bisiklet sürme gibi aktiviteler tansiyonu düşürmede etkilidir.İlaç Tedavisi: Doktorunuz tarafından verilen tansiyon düşürücü ilaçlar düzenli olarak kullanılmalıdır.Sigara ve Alkolü Bırakmak: Sigara ve alkol tüketimi tansiyonu artıran en önemli faktörlerden biridir.Düşük Tansiyon Nasıl Tedavi Edilir?Düşük tansiyon çoğu zaman ciddi bir sağlık problemi oluşturmasa da, bazı durumlarda tedavi gerektirebilir:Tuzlu Gıdalar: Tuz, kan basıncını artırmaya yardımcı olabilir. Ancak aşırı tuz tüketimi de önerilmez.Su Tüketimi: Yeterli miktarda su içmek kan hacmini artırarak tansiyonu düzenlemeye yardımcı olabilir.Sık ve Az Yemek: Uzun süre aç kalmak tansiyon düşmesine neden olabilir. Bu nedenle gün içinde sık ve az yemek önemlidir.Tansiyonun Kontrol Altına Alınması İçin Yaşam Tarzı Değişiklikleri Nelerdir?Tansiyonun kontrol altında tutulması için şu yaşam tarzı değişiklikleri önerilir:Tuz Tüketimini Azaltmak: Günlük tuz tüketimi 5 gramın altında olmalıdır. Fazla tuz, kan basıncını artırır.Sağlıklı Beslenmek: Sebze, meyve, tam tahıllar, yağsız proteinler ve sağlıklı yağlar içeren dengeli bir diyet uygulanmalıdır.Düzenli Fiziksel Aktivite: Düzenli egzersiz tansiyonun kontrol altına alınmasında çok etkilidir. Haftada en az 150 dakika yürüyüş, koşu veya yüzme gibi sporlar önerilir.Stresi Yönetmek: Stres, yüksek tansiyonun en büyük tetikleyicilerindendir. Yoga, meditasyon ve derin nefes egzersizleri gibi stres yönetimi yöntemleri kullanılabilir.Kilo Kontrolü: Fazla kilolar tansiyonun yükselmesine neden olabilir. İdeal kiloda kalmak tansiyonu düşürmede önemli bir faktördür.Tansiyonu Kontrol Altına Almak İçin Hangi Alışkanlıklardan Kaçınılmalıdır?Tansiyonun kontrol altına alınabilmesi için şu alışkanlıklardan kaçınılmalıdır:Aşırı Alkol Tüketimi: Alkol, kan basıncını yükseltir.Sigara Kullanımı: Sigara, damar yapısının bozulmasına ve tansiyonun yükselmesine neden olur.Yetersiz Uyku: Uyku düzeni bozuk olan kişilerde tansiyon daha yüksek seyreder.Tansiyonunuzu Ne Sıklıkla Kontrol Etmelisiniz?Tansiyon sorunu yaşayan kişilerin düzenli olarak tansiyon ölçümü yapması önemlidir. Yüksek tansiyon hastaları evde düzenli olarak tansiyonlarını kontrol etmeli ve doktorlarına danışmalıdır.Tansiyonun dengede tutulması, genel sağlığın korunması ve olası ciddi hastalıkların önlenmesi açısından kritik öneme sahiptir. Hem yüksek hem de düşük tansiyon, zamanında müdahale edilmediğinde kalp-damar hastalıkları, böbrek problemleri ve felç gibi hayati riskler doğurabilir. Bu nedenle, düzenli doktor kontrolleri, dengeli beslenme, stresten uzak durma ve aktif bir yaşam tarzı benimseyerek tansiyonun sağlıklı seviyelerde tutulması, uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmenin temel adımlarından biridir.Dr. Adem Zorlu
Devamını Oku
Genetik Hastalıkları
Bebeklerde Genetik Tarama Testleri
Bebeklerde genetik tarama testleri nelerdir ?Bebeklerde genetik tarama testleri1-Prenatal testler (doğum öncesi)2-Postnatal (doğum sonrası) olmak üzere 2 ana başlıkta incelenebilir.Prenatal testler (doğum öncesi) genetik testler ne için yapılır?Prenatal (doğum öncesi) genetik testler, anne karnındaki bebekte olası genetik sorunları veya genetik anomalileri tespit ederek, hem bebek, hem de aile için en doğru kararın erken aşamada fark edilmesini ve buna göre tıbbi müdahale imkanı sağlamayı amaçlar. Aileye genetik danışmanlık verilerek tedavi seçenekleri değerlendirilir.Prenatal genetik testlerin yapılmasının başlıca nedenleri şunlardır:Genetik hastalıkların tanısıKromozomal anomalileri tespit etmekNöral tüp defektlerini tespit etmekCinsiyet kromozomu anomalilerini belirlemekDoğumsal anomalilerin belirlenmesiAilede genetik hastalık öyküsüİleri yaş gebeliklerinde risk değerlendirmesiİnfertilite ve tüp bebek (IVF) tedavisi sonrası gebeliklerYüksek riskli gebeliklerin yönetimiGenetik hastalık taşıyıcılık durumunun belirlenmesiDoğum sonrası tedavi ve müdahale planlanmasıGebeliğin devamına veya sonlandırılmasına karar vermekBazı etnik gruplarda görülen spesifik genetik bozukluklar için taramaPrenatal (doğum öncesi) genetik testler nelerdir?İkili Test (Birinci Trimester Tarama Testi)Hamileliğin 11-14. haftalarında yapılır, anne kanındaki gebelikle ilişkili plazma protein-A (PAPP-A) ve serbest beta-hCG (insan koryonik gonadotropin) düzeylerini gösterir, ultrason ile de bebeğin ense kalınlığının ölçülerek (nuchal translucency), bebekte Down sendromu, Trizomi 13 ve Trizomi 18 gibi kromozomal hastalık riski belirlenir.Üçlü TestGenellikle hamileliğin 16-18. haftalarında yapılır, anne kanında bulunan alfa-fetoprotein (AFP), total beta-human koryonik gonadotropin (hCG) ve unkonjuge estriol (uE3) değerlerinin ölçülmesi esasına dayanır. Ölçülen değerlerin anne yaşı, kan örneğinin alındığı gebelik haftası ile birlikte değerlendirilmesi önemlidir. Anormal test sonuçları Down sendromu, Trizomi 13 ve Trizomi 18 gibi kromozom anomalileri ve nöral tüp defektleri (NTD) varlığı ile ilişkilendirilir. Dörtlü TestHamileliğin 15-22. haftalarında yapılır, bu taramada anne kanında beta-hCG, alfa-feto protein (AFP), estriol (E3) ve inhibin-A değerlerine bakılır. Bebekte Down sendromu, nöral tüp defekti, trizomi 18 ve spina bifida açısından riski belirler.Amniyosentezİkili, üçlü veya dörtlü tarama testi sonuçlarında kromozomal bozukluk riskinin görülmesi durumunda hamileliğin 16-20. haftalarında yapılır. Rahimden ince bir iğne ile girilerek alınan amniyon sıvısında bulunan, bebeğin hücreleri incelenir. Down sendromu, Kistik Fibrozis, Turner sendromu, Orak hücreli anemi, Kas distrofisi gibi genetik hastalıkları, Spina Bifida gibi nöral tüp defektlerini ve doğuştan gelen bazı Tay-Sachs hastalığı gibi metabolik bozuklukları tespit etmek ve kesin tanı koymak için yapılır. İnvazif bir işlemdir ve % 0,1-0,5 oranında düşük riski bulunur.Koryon Villus Örneklemesi (CVS)Hamileliğin 9-14. haftalarında yapılır. Plasentadan alınan doku örneğinde kromozom anomalileri ve genetik bozukluklar teşhis edilir. Testin gerekliliğine ikili, üçlü ve dörtlü tarama testlerinin sonuçlarına göre karar verilir. Bu işlem de amniyosentez gibi invazif bir işlemdir ve % 0,5 oranında düşük riski bulunur. Avantajı daha erken uygulanabilmesidir.Noninvaziv Prenatal Test (NIPT)Hamileliğin 10. haftasında itibaren yapılır. Anne kanından bebeğin DNA’sına bakılır. Kromozomal hastalık riskini yüksek doğrulukla belirler. Riskli bir işlem değildir. Uygulaması kolay ve hızlı bir testtir. Düşük ya da enfeksiyon gibi riskleri yoktur. Eğer ailede genetik bir hastalık geçmişi varsa, bu tarama testleri daha erken ve daha kapsamlı yapılabilir. Genetik hastalığın gelecek nesillere aktarılmasını önlemesi açısından önemli bir testtir.Preimplantasyon Genetik Tanı Tüp bebek (IVF) tedavisi sırasında oluşturulan embriyolardan alınan hücrelerde, kromozomal bozuklukların veya genetik hastalıkların varlığını göstermek amacıyla embriyonun rahme yerleştirilmesinden önce yapılan bir testtir.İleri anne yaşı 38 yaş üstü kadınlaraAilede genetik hastalık öyküsü bulunan çiftlereTekrarlayan düşükleri olan kadınlaraTekrarlayan başarısız tüp bebek denemeleri olan çiftlereBilinen translokasyon) taşıyıcılığı olan ebeveynlereKronik genetik hastalığı olan çiftlereSpermiogram (sperm sayısı ve kaltesi) veya Yumurtalık Problemleri Olan çiftlere PGT önerilir.Detaylı UltrasonografiHamileliğin özellikle 18-22. haftalarında yapılan detaylı ultrasonografi ile bebeğin fiziksel gelişimi, kalp, beyin, böbrekler gibi organların durumu, yapısal anomali olup olmadığı ve plasentanın durumu değerlendirilir, bebeğin cinsiyeti belirlenebilir. Güvenli ve risksiz bir işlemdir.Postnatal (doğum sonrası) genetik testler nelerdir?Yeni Doğan Tarama Testi (Topuk Kanı Testi)Doğumdan sonraki 48-72 saat içerisinde bebeğin topuğundan alınan kandan, çeşitli metabolik ve genetik hastalıkların (örneğin, fenilketonüri, kistik fibrozis, hipotiroidi, biyotinidaz eksikliği, orak hücre anemisi gibi) tespiti yapılır. Test sonuçları pozitif çıkarsa, kesin tanı koymak için ek testler yapılması gerekebilir. Bu testler erken dönemde tanı alan bebeklerde hastalığın erken dönemde tedavisi, bebeğin sağlıklı bir hayat sürmesi için büyük önem taşır.Yeni Doğan İşitme Tarama TestiDoğumdan sonraki 24-48 saat içinde yapılır. Doğumsal işitme kaybının erken dönemde tespiti ile bebeğin dil ve konuşma gelişiminin olumsuz etkilenmesi önlenir. Yapılan testler;1-Otoakustik Emisyonlar (OAE) Testi: Bebeğin kulağı içine yerleştirilen bir prob aracılığıyla yapılır.2-Beyin Sapı İşitme Yanıtı (ABR) Testi: Bebeğin başına yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla yapılır. OAE testinin şüpheli olduğu durumlarda veya detaylı bilgi gerektiğinde başvurulan bir testtir.Yeni Doğan Metabolik Tarama TestleriMetabolizma ile ilgili sorunların erken teşhisi ve yönetiminde başvurulan testlerdir. Yenidoğanın metabolik hastalık semptomları göstermesi durumunda topuk kanından veya periferik kandan yapılan testlerdir. Bu test ile fenilketonüri, kistik fibrozis, hipotiroidi, biyotinidaz eksikliği, orak hücre anemisi, galaktozemi, metilmalonik asidemi, amino asit ve organik asit metabolizması bozuklukları saptanır.Bu hastalıkların erken dönemde teşhisi ve tedavisi bebeğin sağlıklı gelişimi için önemlidir.Kromozom analiziYenidoğan döneminde, genetik kromozomal hastalık şüphesi varlığında bebekten alınan periferik kan örneğinde kromozomların incelenmesi, kromozomal hastalıkların teşhisini sağlar. Bu test özellikle doğumsal anomalili veya gelişim geriliği gözlenen bebeklerde önerilir. Down sendromu, Turner sendromu gibi kromozom hastalıkların teşhisinde kullanılır.Moleküler genetik testlerBelirli bir genetik hastalık varlığı veya şüphesinde, belirli genlerdeki mutasyonları tespit etmek amacıyla yapılan moleküler spesifik testlerdir. Kistik fibrozis veya spinal müsküler atrofi (SMA) gibi hastalıklarda genetik tanı koymak için başvurulur. Hastalığın sonraki gebeliklerde ortaya çıkmasını önlemeyi hedefleyen testlerdir.Bu testler, bebeklerin sağlığını korumak ve olası sağlık sorunlarını erken dönemde tespit etmek açısından oldukça önemlidir. Test sonuçları, doktorların bebekler için en uygun tedavi ve bakım planlarını oluşturmasına yardımcı olur.Postnatal (doğum sonrası) genetik testler ne için yapılır?Postnatal genetik testlerin temel amacı, doğumdan sonraki dönemde gelişim sürecinde problemler olan bebekleri izlemek ve olası genetik sorunları erken dönemde belirlemektir.Kromozomal veya moleküler düzeyde genetik hastalık öyküsü olan bebeklerde, postnatal genetik testler;-hastalığın erken tanı ve tedavisi-gelişim geriliğinin değerlendirilmesi-hastalığın sonraki gebeliklerde önlenmesi-diğer aile üyelerinde riskin belirlenmesi amacıyla yapılır.Postnatal genetik testler, bebeklerin sağlıklı gelişimini desteklemek ve olası genetik sorunları erken dönemde tespit etmek açısından kritik bir rol oynar. Erken tanı, uygun tedavi ve destek tedavilerinin başlatılmasına olanak tanır, bu da bebeğin sağlıklı yaşam sürme şansını artırır.Genetik hastalık tanısı konan bebeklerde ailenin izleyeceği yol nasıl olmalıdır?Genetik hastalık tespit edilen bebekler, genetik danışma almaları için genetik uzmanına yönlendirilmelidir. Genetik danışma; aileyi genetik hastalık hakkında ayrıntılı bilgilendirmek, ailenin diğer üyelerinde hastalık riskini belirlemek, aileyi destek gruplarına yönlendirmek, tedavi seçenekleri ve rehabilitasyon olanakları sağlamak, bebeğin bireysel ihtiyaçlarına uygun tedavi ve bakım planları oluşturmak, uzun vadeli sağlık yönetimi ve bebeğin özel ihtiyaçları ve eğitim olanakları konusunda aileye yol gösterici olması bakımından çok önemlidir.Dr. Nilgün Duman
Devamını Oku
Faydalı Bilgiler
Elektrolit Dengesizliği Nedir, Belirtileri Ve Tedavisi Nelerdir?
Genel Bilgilendirme:Tüm bu elektrolitler insan vücudunun sağlıklı ve dengeli çalışmasını sağlamak için birçok dokuda ve organda metabolik faaliyetlere katılırlar. Vücuttaki sıvı dengesinin sağlanmasına, kanın ph değerinin normal aralıkta kalmasına (arteriyel kanda 7.35-7.45), kasların çalışma mekaniğine, kemik gelişimine, sinirsel iletiminin sağlanmasına, kalbin çalışma fonksiyonunun sağlanmasına gibi vücutta birçok mekanizmada rol alırlar.Bu elektrolitlerden birinin azlığı veya fazlalığı sıvı elektrolit dengesizliğine yol açar. Bazı elektrolit bozuklukları ciddi sağlık problemlerine neden olabilir, hızlıca tespit edilip tedavisinin yapılması gerekir.Sıvı ve Elektrolit Dengesizliği Neden Olur?Sıvı elektrolit dengesizliği ya vücuda alınan sıvı ve elektrolitlerin azlığı ya da vücuttan atılırken veya geri emilirken ki süreçlerde yaşanan aksaklıklar sonucu olur.Vücutta aldığımız sıvıların vücuttan atılımını sağlayan en önemli organımız böbreklerdir. En sık böbrek hastalıklarında sıvı elektrolit dengesizliklerini görürüz.Böbrek hastalıkları dışında yaşa bağlı olarak da gelişen veya yaştan bağımsızı dolaşım sistemini etkileyen tüm hastalıklarda, (kalp hastalıkları, karaciğer hastalıkları, akciğer, mide-bağırsak hastalıkları gibi) hastalıklarda da sıvı elektrolit dengesizliği olur. Bunun dışında,- Travma, elektrik çarpması- İleri derecede yanıklar, kimyasal yanıklar- Beslenmenin sağlıksız ve düzensiz olduğu malnütrisyon durumlarında- Uzun süre sıcağa maruziyet sonrası veya sıcak çarpması sonrası veya yoğum tempolu egzersiz sonrası sıvı alımının yetersiz olduğu durumlar- Enfeksiyonlar, ateşli hastalıklar- Kemoterapi gibi kanser tedavileri- Vücuttan sıvı atılımını arttıran ilaç kullanımı- Uzun süren ve sıvı kaybına neden olan kusma ve/veya ishal ile giden hastalıklar sıvı elektrolit dengesizliğine neden olur.Sıvı ve Elektrolit Dengesizliğinde Belirtiler Nelerdir?Sıvı ve elektrolit dengesizliğinde belirtiler eksik olan elektrolite göre değişiklik gösterir.Vücut içerisinde birçok elektrolit birbirini etkileyen mekanizmalar üzerinden etkinlik gösterir. Örneğin; Kalsiyum ve fosfor elektrolitlerinin vücuttaki dengesini sağlamada d vitamini etkinliği vardır. İkisinden birinin dengesizliği diğerinin vücuttaki seviyesini de değiştirebilir. Yine kalsiyum emiliminin sağlanması için vücutta yeterli miktarda magnezyum olması gerekir.Sodyum eksikliğinde bulantı, kusma, tansiyon düzensizliği, kas güçsüzlüğü, yorgunluk ve halsizlik gibi şikayetler olur. Çok ciddi sodyum düşüklüğü ise bilinç bulanıklığı ve nöbet gibi ciddi sağlık problemlerine neden olur.Aşırı tuz tüketimi veya ciddi sıvı kaybı gibi durumlarda oluşan sodyum yüksekliğinde hastalarda susama isteği, baş ağrısı, huzursuzluk, kas zayıflığı ve yine ileri seviyelerde bilinç kaybına neden olur.Potasyum düşüklüğünde kabızlık, çarpıntı, yorgunluk, kas krampları ve karıncalanma olur.Potasyum yüksekliği ise kardiyak açıdan ciddi bir sağlık problemi oluşturur. Bulantı, kusma gibi şikayetlerin dışında ileri seviyede potasyum yüksekliği kalpte ritim bozuklukları, nefes darlığı kalp krizi gibi ölümcül seyreden bir klinik tablo oluşturabilir.Kalsiyum özellikle kas iskelet sistemimizin gelişmesinde ve sinirsel iletide önemli rol oynar. Kalsiyum eksikliğinde çocuklarda raşitizm yetişkinlerde osteoporoz dediğimiz rahatsızlığa yol açar. Hastalarda kas krampları, kemiklerde ve kaslarda ağrı, uyuşukluk ve karıncalanma, ciltte kuruluk ve dişlerde çürüme ve diş eti problemlerine neden olur. Kalsiyum yüksekliğinde ise baş ağrısı, kas güçsüzlüğü, yorgunluk ileri seviyelerde konsantrasyon problemleri, bilişsel fonksiyonlarda azalma gibi şikayetlere neden olur.Magnezyum eksikliğinde yorgunluk ve depresyon, bulantı, iştahsızlık, kas krampları ve kardiyak ritim bozuklukları görülebilir.Magnezyum fazlalığında tansiyon düzensizliği özellikle düşük tansiyon, bulantı ve kas krampları, nefes darlığı, ishal gibi şikayetlere neden olur.Fosfor eksikliğinde kemik yapısında zayıflama, kemiklerde yumuşama, kaslarda güçsüzlük, lökosit, eritrosit, trombosit gibi kan hücrelerinin fonksiyonlarında azalmaya neden olur. Fosfor fazlalığında ise kabızlık, bulantı, kusma gibi sindirim sistemi problemleri, ciltte kızarıklık ve döküntüler gibi şikayetlere neden olur.Sıvı Elektrolit Dengesizliğinde Tanı ve Tedavi:Hastalar kliniğe belirli bir şikayet üzerine başvuru yapar ve hastalardan alınan kan, idrar tahlilleri ile varsa elektrolit dengesizliği tespit edilir. Potasyum metabolizma bozukluğunda EKG ve kardiyak değerlendirme mutlaka yapılmalıdır. İleri seviye eksiklik veya fazlalık durumlarında doku organ hasarı olup olmadığının tespiti için radyolojik görüntüleme yöntemleri de tanıda kullanılabilinir.Bu elektrolitler vücutta kendiliğinden üretilmediği için mutlaka dışardan beslenme yoluyla alınmalıdır. Sağlıklı ve dengeli beslenme programlarının yapılması, günlük yeterli miktarda sıvı alımının sağlanması sıvı ve elektrolit dengesinin sağlanması açısından yapılacak ilk şeylerdir.Elektrolit bozukluklarında özellikle eksiklik gibi durumlarda ilaç desteği sağlanır ve elektrolit dengesizliğinin neden olduğu şikayetlere yönelik de semptomatik tedavi verilir.İleri seviye elektrolit dengesizliğinde ileri tetkik ve tedavinin yapılması amacıyla hastaneye yatış yapılarak hasta takibi yapılır.Beslenme Önerileri:Kalsiyum içeriği zengin olan besinler:-Süt ve ürünleri, pekmez, susam, fındık-fıstık vs yağlı tohumlar, yeşil yapraklı sebzeler, kurutulmuş meyvelerFosfor içeriği zengin olan besinler:Et, tavuk, balık, yumurta, kurubaklagiller, yağlı tohumlar, süt ve türevleri,Tahıl ve kuru baklagil tanelerinin çoğunlukla dış kısımlarındaki fosfor fitik asitle bileşik olarak bulunur.Sodyum içeriği zengin olan besinler:Tuz, kabartma tozu, tütsülenmiş ürünler, işlenmiş etler, yemek sodası, kahve, yeşil sebzeler-dereotu, kurubaklagiller, fındık-fıstık vb. meyve suları, patatesMagnezyum içeriği zengin besinler,Yağlı tohumlar, kurubaklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, kepeği ayrılmamış tahıllarPotasyum içeriği zengin besinler:Ispanak ve maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller, kuruyemişler, meyvelerden ise muz avokado potasyum içeriği zengin olan besinlerdir.Dr. Hasan Ali Baş
Devamını Oku
Anne ve Çocuk Sağlığı
Okul Dönemindeki Çocukların Sağlığında Önemli Noktalar
Okul Dönemindeki Çocukların Sağlığında Önemli NoktalarOkullar koruyucu sağlık hizmetlerinin sunumunda stratejik platformlardır ve bu hizmetler temel sağlık hizmetlerinin genişletilmiş bir kolu olarak düşünülebilir. Bu nedenle okullar nüfusun büyük bir kısmına ulaşmanın verimli ve etkili bir yolunu sağlar.Okul Sağlığı Nedir?Toplumda okul çağındaki bütün çocukların bedensel, ruhsal ve sosyal yönden mümkün olan en iyi haline kavuşmalarını sağlamak ve sürdürmek böylece çocukların ve dolayısıyla toplumun sağlık düzeyini yükseltmek amacıyla öğrencilerin ve okul personelinin sağlığının değerlendirilmesi, geliştirilmesi ve sağlıklı okul yaşamının sağlanması ve sürdürülmesi, öğrenciye ve dolayısıyla topluma sağlık eğitimi verilebilmesi için yapılan çalışmaların tümüne okul sağlığı hizmetleri denir.Okul sağlığı, çocukların sağlıklı olarak gelişip kendi toplumlarında etkili bireyler haline gelmelerine zemin hazırlamaktadır. Okul sağlığını; okula giden çocukların sağlıklı olması için neyin gerekli olduğu şeklinde düşünebiliriz. UNESCO’ya göre okul sağlığının dört temel dayanağı bulunmaktadır, bunlar:ü Okul ortamı: Güvenli, tehlikelerden arındırılmış bir altyapıya sahip ortamlar.ü Politikalar: Çocukları güvende tutan ve her çocuğun sağlığına yönelik taahhüt veren ulusal, uluslararası politikalar ve okul politikaları.ü Hizmetler: Öğrencilerin ihtiyaçlarına uygun ve yeterli düzeyde; okullar aracılığıyla sunulan rutin sağlık hizmetleri. Bu hizmetler ortama göre değişir. Örneğin; sağlıklı okul yemekleri, böcek ilaçlamaları, rutin aşılamalar, rutin görme ve diş taramaları bu kapsamdadır.ü Eğitim: Öğrencilere kendi sağlıkları üzerinde sorumluluk almalarını sağlayacak yaşlarına uygun bilgiler sağlamak.Okul sağlığına yapılan yatırımlar bir ülkenin eğitim ve sağlık sektörleri için, daha da önemlisi çocuklar ve ergenler için stratejik bir kazançtır.Sağlık hizmetlerinin okullarda sunulması, yetersiz hizmet alan nüfuslar da dahil olmak üzere çocukların sağlık hizmetlerine erişimini iyileştirmede önemli bir stratejidir. Ayrıca sağlık ve sağlıklı yaşamın okul kültürüne ve ortamına dahil edilmesi, eğitimsel başarı açığının kapatılmasına yardımcı olacak ve günümüz öğrencilerini sağlıklı ve üretken yaşamlara giden bir yola koyacaktır.Güçlü Okul Sağlığı Programlarının Faydaları Nelerdir?Sağlıklı çocuklar daha iyi öğrenirler. Örneğin, okul çağındaki çocuklar ve ergenler arasında yaygın görülen bazı hastalıklar dikkat süresini ve öğrenmeyi olumsuz yönde etkileyebilir. Bir örnek vermek gerekirse, yapılan araştırmalara göre tedavi edilmemiş solucan enfeksiyonu olan çocuklarda ortalama IQ kaybının çocuk başına 3,75 IQ puanı olduğu belirtilmektedir. Ayrıca tedavi edilmeyen anemi nedeniyle kaybedilen ortalama IQ puanı daha da yüksektir. İyi haber şu ki, bu durumların çoğu kolaylıkla düzeltilebilir.Küresel olarak ilkokul çağındaki çocukların %90'ından fazlası ve ortaokul çağındaki çocukların %80'inden fazlası okula kayıtlıdır. Erken çocukluktan itibaren okul ortamına kadar sağlıklı davranışların teşvik edilmesi yalnızca çocukların kendilerine değil aynı zamanda ailelerine, akranlarına ve daha geniş topluluklara da fayda sağlayacaktır.Okul Sağlığı Hizmetlerinin Önemli Noktaları Nelerdir?“Okul sağlık hizmetleri” kavramının henüz evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı olmamasına rağmen, bunun için kabul edilen genel tanımlama “okuldan eve, evden de topluma kadar bakımın sürekliliğini sağlayan koordineli bir sistem” şeklindedir. Okul sağlığı hizmetlerinin hedefleri ve program öğeleri ülke, toplum ve okul bölgesine göre değişir. Bu farklılıklara sebep olan faktörlerden bazıları şunlardır: öğrenci ihtiyaçları, sağlık hizmetleri için toplumsal kaynaklar, mevcut fonlar, okul sağlık hizmetleri sağlayıcıları için yönlendirmeler ve okul yöneticilerinin sağlık hizmetlerine ilişkin görüşleri.Okul Sağlığı Hizmetlerine İhtiyaç Var Mı?Okullar çok sayıda öğrenci ve personeli bir araya getirdiği için, herhangi bir işyerinde olduğu gibi, ilk yardım, tıbbi acil durumlar ve bulaşıcı hastalıklar gibi sorunlarla başa çıkabilecek bir sistemin mevcut olması gereklidir. Ayrıca okullarda astım, diyabet, epilepsi gibi kronik sağlık sorunları olan öğrencilere de eğitim alabilmeleri için hizmet sunulması gerekmektedir. Okul sağlığı çalışmalarında sağlık personeli, öğretmen ve velilerin işbirliği mutlaka sağlanmalıdır.Görme ve işitme taramaları ve aşılar gibi hizmetler de okul sağlığı hizmetlerinde önemli bir tutmaktadır. Okullar çocukların zamanlarının önemli bir bölümünü geçirdikleri yer olduğundan, halk sağlığının korunması için mantıksal bir başlangıç olarak görülmektedir. Bununla birlikte, yalnızca yüksek risk altındaki çocuklara yönelik önleyici hizmetleri hedefleyen, toplum temelli yaklaşım ile seçici yüksek risk yaklaşımının göreceli yararları ve dezavantajları hakkında bazı tartışmalar vardır.Nüfusa dayalı yaklaşımın genel nüfus üzerinde büyük bir potansiyel etki üretme avantajı vardır, bunun dezavantajı ise faydaların genellikle birey için çok küçük olmasıdır. Duruma bağlı olarak; toplum temelli ya da kişi temelli yaklaşım uygulanabilir. Örneğin, kolesterol yüksekliği tarama programı için, çocuklara yönelik beslenme kurallarının uygulanması için toplum temelli bir yaklaşımın yanı sıra yalnızca aile geçmişine dayalı olarak risk altında olduğu düşünülen yüksek riskli çocukları hedef alan kan lipid taramasına yönelik bir yaklaşım önerilmektedir.Okul Sağlığı Hizmetleri Nelerdir?Okul sağlığı hizmetlerinin kapsamı iller arasında farklılık gösterse de ülke genelinde pek çok ortak nokta bulunmaktadır. Ülke genelinde Sağlık Bakanlığı okul taramaları düzenlenmesini sağlar, öğrencilerin aşılanma durumunu takip eder.Okul sağlığı hizmetleri resmi olarak planlanmalı ve hizmetlerin kalitesi, toplum halk sağlığı ve birinci basamak sağlık sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olarak sürekli izlenmelidir. Okul bünyesinde fiilen sunulan hizmetlerin kapsamı, toplumun özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre yerel olarak belirlenmelidir. Öğrencilerin önemli bir bölümünün ihtiyaç duyduğu ruh sağlığı ve beslenme ile ilgili özel planlamalar yapılmalıdır. Araştırmalar, birçok öğrencinin akademik olarak başarılı olmasını sağlamak için ruh sağlığı ve psikolojik hizmetlerin gerekli olduğunu göstermektedir. Ayrıca okullardaki yiyeceklerin sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmek için bir öğrenme alanı olarak hizmet etmesi gerektiğine inanılmaktadır.Sağlıklı öğrenciler daha iyi öğrenen ve daha başarılı olanlardır. Ancak çoğu okul; öğrenci sağlığını destekleyen koşulları (okul içi sağlık hizmetlerine erişim, temiz ve güvenli bir okul binası, besleyici gıda ve fiziksel aktiviteler için zaman ve uygun alan gibi koşullar) sunamamaktadır.Aile evinden sonra çocukların sağlığından ve gelişiminden sorumlu kurumların başında okullar gelmektedir. Bu nedenle okul; sağlıklı yaşamın sürdürülmesi ve hastalıkların önlenmesi açısından kritik bir ortamdır. Okul sağlığı hizmetleri toplumun genel sağlık hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmelidir ve tüm okul çağı çocukları kapsamalıdır. İlköğretime başlayan çocuklar yılda bir kez genel muayeneden geçirilmeli ve sağlık kayıtları tutulmalıdır. Sağlık sorunu olduğu saptanan öğrencilerin sorunlarının çözümü sağlanmalıdır. Olağan tıbbi muayene sırasında çocuklar görme, işitme, büyüme gelişme takibi, ağız diş sağlığı ve duruş bozuklukları açısından değerlendirilmelidir. Ayrıca düzenli olarak yapılan tetkiklerle anemi takibi yapılmalıdır. Çocukluk çağı aşılamalarının Sağlık Bakanlığı aşı takvimine uygun olarak yapılıp yapılmadığı kontrol edilmelidir. Çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılmalıdır. Ev ve okul ortamındaki kazalardan korunma amaçlı eğitimler verilmelidir. Bulaşıcı hastalıklardan korunma amaçlı hijyen eğitimi verilmelidir.Periyodik fizik muayene sıklığı; ilköğretim öncesi dönemde yılda bir, daha sonra 6., 8. ve 10. yaşlarında ve sonrasında da 18 yaşa kadar her yıl olmalıdır. Sağlık sorunu olan çocuklar daha sık aralıklarla izlenmelidir.Uzm. Dr. İrem Cantürk
Devamını Oku
Anne ve Çocuk Sağlığı
Altıncı Hastalık (Roseola) Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey
Roseola Nedir? Anneden geçen antikorlar nedeniyle bebekler korunduğu için hastalık genellikle ilk 6 ayda görülmez. En çok 6 ila 24 aylık çocukları etkiler, ancak yetişkinlerde ve daha büyük çocuklarda da nadir de olsa görülebilir. Ortalama enfeksiyon yaşı 9 ay civarındadır.HHV-6’nın HHV-6A ve HHV-6B olmak üzere 2 varyantı vardır. HHV-6A nadiren roseola infantum ile ilişkilidir, genellikle immünyetmezlikli yetişkinlerde görülür. HHV-6B ise bebeklerde roseola nedenidir.Bu hastalığın en tipik belirtisi, ani ve yüksek bir ateştir. Ateş 40 dereceye kadar çıkabilir ve birkaç gün sürer, ardından hızla düşer ve ciltte döküntüler belirir. Genellikle döküntüler pembe renkte, küçük, kabarık lezyonlar olarak karşımıza çıkar. Bu döküntüler genellikle ağrısız ve kaşıntısızdır, karın bölgesinde başlar ve sonrasında yüz, kol ve bacaklara yayılabilir, birkaç gün içinde kaybolur. Roseolanın diğer belirtileri arasında lenf bezlerinin şişmesi, burun akıntısı, sinirlilik, iştah azalması, boğaz ağrısı, göz kapaklarında ödem ve bazen hafif ishal yer alır. Çocuklar bu süre zarfında oldukça huysuz olabilirler, ancak hastalığın genel seyri iyi huyludur ve genellikle ciddi komplikasyonlara neden olmaz.Roseola Nasıl Bulaşır? Roseola, enfekte kişiden sağlıklı bir kişiye tükürük yoluyla bulaşır. Ancak, tam olarak nasıl bulaştığı hâlâ tam anlamıyla anlaşılmamıştır. Uzmanlar, hastalığın solunum yolu salgıları yoluyla yayılabileceğini düşünmektedir. Virüsün kuluçka süresi, yani vücuda girdikten sonra belirtilerin ortaya çıkma süresi genellikle 9-10 gündür. Bu süre içinde enfekte olan çocuklar belirti göstermeyebilir, ancak yine de bulaşıcı olabilirler.Roseola geçiren bir çocuk, hastalığın döküntü aşamasında artık bulaşıcı değildir. Ateşin en yüksek olduğu dönem bulaşıcılık açısından daha riskli kabul edilir. Bu nedenle, yüksek ateşli bir çocukla temas halinde olan diğer çocukların da bu virüse yakalanma olasılığı vardır. Özellikle kreş gibi küçük çocukların çoğunlukta olduğu yerlerde bulaşma hızı ve sıklığı yüksektir. Çocuğun ateşi ve döküntüsü aynı anda varsa, çocuk kreşe/okula gitmemeli ve bir doktor tarafından değerlendirilmelidir.Roseolanın Belirtileri Nelerdir? Roseolanın belirtileri genellikle yüksek ateşle başlar. Çocuğun vücut sıcaklığı 39°C ila 40°C arasında seyredebilir ve ateş, üç ila beş gün boyunca devam edebilir. Ateşin yanı sıra, çocuğun boynundaki lenf bezleri şişebilir, burun akıntısı ve bazen hafif ishal görülebilir. Çocuklar genellikle huzursuz olur ve daha fazla uyumak isteyebilir. Yüksek ateş, çocuklarda nöbetlere yol açabilir. Ateş düştükten sonra, vücutta pembe renkli, kabarık döküntüler belirir. Döküntüler genellikle boyun, karın ve sırtta başlar, bazen kollara ve bacaklara kadar yayılabilir. Bu döküntüler ağrıya neden olmaz, kaşıntı yapmaz ve genellikle birkaç gün içinde kendiliğinden kaybolur.Daha büyük çocuklar ve yetişkinler roseola geçirdiklerinde, genellikle birkaç gün süren yüksek ateş yaşarlar, ancak bu yaş grubunda döküntü daha nadir görülür. Yetişkinlerde belirtiler daha hafif olabilir ve genellikle hastalık kısa sürede atlatılır.Ateşli Nöbetler Roseolada Yaygın Mıdır? Evet, roseola geçiren çocukların bir kısmında ateşe bağlı nöbetler görülebilir. Ateşli nöbetler (febril konvülziyon), özellikle 18 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklarda yaygındır. Bu nöbetler, çocuğun ateşi hızla yükseldiğinde meydana gelir. Araştırmalara göre, roseola geçiren çocukların %10 ila %15’i ateşli nöbet yaşayabilir. Bu nöbetler genellikle kısa sürer ve nöbetten sonra çocuklarda uyku hali oluşabilir. Ateşe bağlı nöbetler genellikle zararsızdır ve uzun vadede herhangi bir beyin hasarına ya da kalıcı bir soruna yol açmaz. Ancak, çocuğunuz nöbet geçiriyorsa mutlaka bir doktora danışmanız önemlidir.Ateşli Nöbetler Sırasında Ne Yapılmalıdır? Çocuğunuz nöbet geçiriyorsa, yapmanız gereken ilk şey sakin kalmak ve çocuğun güvenliğini sağlamaktır. Çocuğu yere yatırın ve başını sert zeminden korumak için bir yastık ya da havlu ile destekleyin. Çocuğun yan yatacak şekilde çevrilmesi, ağızdan gelen tükürüğün dışarı akmasına yardımcı olur. Nöbet sırasında çocuğun ağzına hiçbir şey koymamak önemlidir; dilini yutması mümkün değildir. Nöbet sonrasında çocuk genellikle yorgun ve uykulu olacaktır. Bu durumda çocuğun havayolu açık tutularak en kısa sürede bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir.Roseola Nasıl Tedavi Edilir? Roseola için spesifik bir tedavi ve aşı henüz yoktur. Hastalığın tedavisi genellikle semptomların hafifletilmesine yöneliktir. Viral bir hastalık olduğu için antibiyotik kullanımına gerek yoktur. Ateşi kontrol altına almak için asetaminofen (parasetamol) kullanılabilir. Aspirin, çocuklarda kesinlikle kullanılmamalıdır çünkü aspirin, Reye sendromu adı verilen ciddi bir duruma yol açabilir. Ateşi olan çocuklar rahat kıyafetler giymeli ve ortamın serin olmasına dikkat edilmelidir. Ilık suyla yapılan banyo, ateşi düşürmek için etkili bir yöntem olabilir. Ancak, çocuğun banyo sırasında titremesi durumunda suyun sıcaklığı arttırılmalıdır. Çocuğun sıvı alımının artırılması ve beslenmesine dikkat edilmesi de hastalığı daha hafif atlatması için önem taşır.Roseola döküntüleri genellikle tedavi gerektirmez. Ateş düştükten ve döküntüler ortaya çıktıktan sonra, çocuk kendini daha iyi hissetmeye başlar. Çocuğun ateşi düştükten 24 saat sonra günlük aktivitelerine dönmesi mümkündür. Örneğin, çocuğunuzun okul ya da kreşe geri dönmesinde bir sakınca yoktur.Roseoladan Korunmak Mümkün mü? Roseoladan korunmak zordur çünkü enfekte olan bir çocuk, hastalığın belirtileri ortaya çıkmadan önce bulaşıcı hale gelir. Hastalığın bulaşmasını önlemek için spesifik bir aşı ya da tedavi yöntemi yoktur. Ancak, genel hijyen kurallarına dikkat etmek, enfekte çocuklardan uzak durmak ve bağışıklık sistemini güçlü tutmak, hastalığın yayılma riskini azaltabilir. Hasta bireyle temas sonrasında elleri yıkamak ve küçük yaşta el hijyeni alışkanlığı kazandırmak ve kişisel eşyaların ortak kullanımından kaçınmak gibi önlemler bulaşmayı engellemekte oldukça önemlidir. Roseola genellikle ciddi komplikasyonlar yaratmadığı için, sağlıklı bağışıklık sistemine sahip bireylerde hastalık hafif seyreder ve sonrasında bağışıklık gelişir.Bağışıklık Sistemi Zayıf Olan Kişilerde Roseola Nasıl Seyreder? Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde, özellikle organ nakli geçirenlerde veya AIDS hastalarında, roseola daha ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu gruptaki hastalar, virüsün yeniden aktif hale gelmesi nedeniyle uzun süreli enfeksiyonlar yaşayabilirler. Bu durumda antiviral tedavi gerekebilir. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerin hasta bireyle temas sonrası doktora erken başvurusu önem taşır. Bağışıklık sistemi sağlıklı olan kişilerde ise roseola genellikle hafif bir hastalık olarak seyreder ve sonrasında kalıcı bir bağışıklık gelişir.Sonuç Olarak: Roseola Tehlikeli mi? Roseola, çocuklarda yaygın görülen ve genellikle hafif seyreden bir hastalıktır. Yüksek ateş ve döküntü ile karakterizedir ve genellikle birkaç gün içinde iyileşir. Ateşe bağlı nöbetler yaşansa da, bu nöbetler çoğunlukla zararsızdır. Çocuğunuzda roseola belirtileri gözlemliyorsanız, doktorunuzun önerileri doğrultusunda ateşi kontrol altına almak ve çocuğun rahatını sağlamak en önemli adımlar olacaktır. Ciddi bir komplikasyon gelişmedikçe, roseola kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır ve çocuklar hastalık sonrasında bağışıklık kazanır.Dr. Yağmur Yıldırım Şamhal
Devamını Oku